Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
adam elini alnına götürerek:
– Ne zaman mı başladım? dedi. Acaba ne zaman başlamıştım? Buna başlamak için ne kadar az para biriktirdiğimi, bu parayı biriktirebilmenin ne kadar uzun zaman aldığını, benim yaşımda birinin ömrünün ne kadar az kalmış olabileceğini, yavrucağın da şu amansız dünyada, sefaletin eşiğinde nasıl yapayalnız kalacağını düşündüğüm günden daha iyi bir zaman olabilir miydi? İşte bunu düşünmeye de o zaman başladım.
Quilp:
– Değerli torununu apar topar denize göndermen için bana geldikten sonra mı? diye sordu.
– Ondan kısa bir süre sonra. Bunu uzun bir süre düşünmüştüm, ayrıca rüyalarıma girmişti. Sonra da başladım işe. Oyundan hiç zevk almamıştım, zaten alacağımı da ummuyordum. Şimdiye kadar da bana tasalı günlerden, uykusuz gecelerden, sağlığımı, iç huzurumu kaybetmekten dolayı bitkinlik, üzüntü getirmekten başka ne işe yaradı ki!
– Önce oyuna yatırdığın parayı kaybettin, sonra bana geldin. Dediğine göre, servet yaptığını düşünürken kendini dilenci yapıyormuşsun, ha? Vay canına! Senin toparlayabildiğin ne kadar süprüntü varsa hepsinin güveni, malın satış faturası da bana aitti elbette! Cüce bunları söyledikten sonra ayağa kalktı, sanki hiçbir şeyin alınmamış olduğuna kanaat getirmek istiyormuş gibi çevresine bakındı. Peki ama, hiç kazanmadın mı?
Yaşlı adam:
– Hayır, hiç! diye inledi. Kaybettiklerimi hiç geri alamadım.
Cüce:
– Ben de, bir insan yeteri kadar uzun bir süre oynarsa eninde sonunda mutlaka kazanır sanıyordum, diye alaylı alaylı söylendi. Hiç değilse, oyundan yenik çıkmaz diye düşünüyordum.
Yaşlı adam, birdenbire yerinden fırlayıp o bitkin, çaresiz hâlinden kurtuldu, heyecanla:
– Nitekim öyledir de! diye bağırdı. Öyledir. Bunu ben işin başından beri seziyorum; öteden beri de biliyordum ama, duygularım asla şimdiki kadar kuvvetli olmadı. Üç gece rüyamda aynı miktarda büyük bir para kazandığımı gördüm, Quilp. Daha önce, sık sık denediğim hâlde, böyle bir rüya görememiştim. Şimdi elime bu fırsat geçmişken beni yüzüstü bırakma. Senden başka başvuracağım bir yer yok. Bana biraz yardım et de son bir defa talihimi deneyeyim.
Cüce omuzlarını silkip başını salladı.
Yaşlı adam, eli titreye titreye, cebinden birkaç kâğıt çıkardı, cücenin kolunu yakalayarak:
– Bak iyi kalpli Quilp’çik, dedi. Şunlara bak, yeter. Şu sayılara bak, bunlar uzun bir hesaplamanın, acı veren korkunç deneylerin sonucudur. Muhakkak kazanacağım. Ancak bir kerecik daha bir parça yardım istiyorum, birkaç lira, yani iki destecik lira yeter, Quilp’çiğim.
Cüce:
– Son verdiğim borç yetmiş liraydı, dedi. O da bir gecede gitti!
– Gittiğini biliyorum ama, o en büyük talihsizlikti, daha vakit gelmemişti, Quilp, düşün, düşün! Yaşlı adam öyle tir tir titriyordu ki elindeki kâğıtlar rüzgâra tutulmuş gibi uçuşmaya başlamışlardı. Ah, şu öksüz çocuk! Yalnız olsaydım, sevine sevine ölürdüm; belki öylesine eşitsizlik içinde hüküm süren kadere bile hak verirdim. Kuvvetli, mutlu insanların en üstün oldukları sırada karşılarına çıktığı hâlde çaresizlik içinde ondan medet uman fakirleri, zavallıları görmemezlikten gelen kaderi haklı görebilirdim. Ne var ki yaptıklarım hep o kız içindi. Yavrucağın hatırı için bana yardım et, yalvarıyorum sana! Kendim için değil, yavrucak için!
Quilp, kendini iyice toparlamış bir tavırla saatine bakarak:
– Özür dilerim, dedi. Şehirde birine sözüm var, öyle olmasa seve seve yarım saat daha kalıp kendini azıcık toplamanı beklerdim.
Yaşlı adam cücenin eteklerine sarılarak:
– Benim iyi yürekli Quilp’çiğim! diye soluk soluğa inledi. Bundan önce de seninle ikimiz, bir kere değil, birkaç kere, yavrucağın zavallı annesinin başından geçenleri konuşmuştuk. Kimbilir belki de yavrucağın sefalete düşmesi korkusu daha o zaman içimde yer etmişti. Bana sert davranma! Şunu da hesaba katıver: Benim sayemde çok kazanç sağladın. Ah, şu son umut uğruna bana parayı bağışlayıver!
Quilp, alışılmamış bir kibarlıkla:
– Vallahi, bunu yapamama imkân yok, dedi. Yalnız, bak sana ne söyleyeceğim: Şunu unutma ki içimizde en akıllı olan bile yanılıp hata işleyebilir. İşte ben de Nelly ile yapayalnız sürdüğün o yoksul hayata öylesine aldanmıştım ki!
Yaşlı adam:
– Ne yaptımsa hepsi o cazip serveti çekebilmek uğruna para biriktirmek, yavrucağızın zaferini büyültmek için yapılmıştı! diye bağırdı.
Quilp:
– Evet, evet, bunu anlıyorum, dedi. Benim söylemek istediğim şuydu: O sefil hâlin, komşularının senin zengin olduğunu söylemeleri, benden aldığın borçları kısa zamanda üç kat, dört kat farkla ödeyeceğine dair verdiğin sözler beni öyle aldatmıştı ki hiç beklenmedik bir zamanda senin gizli yaşayışını öğrenmemiş olsaydım şimdi bile istediğin parayı bir imza ile verirdim.
Yaşlı adam, çaresiz bir hâlde:
– Tembihlerimi hiçe sayarak bunları sana anlatan kimdi? diye sordu. Hadi, adını ver bana… Kimmiş, açıkla.
Kurnaz cüce, çocuğu ele verirse yarattığı havanın etkisini kaybedeceğini, bundan da hiçbir şey kazanmayacağını düşünerek, saklamanın daha doğru olacağını kararlaştırdı. Sustu. Sonra: “E, bunu kim yapabilir dersin?” diye sordu.
Yaşlı adam:
– Kit olacak, dedi. O oğlan olsa gerek. Casusluk yaptı, sen de onu rüşvetle konuşturdun mutlaka!
Cüce acıklı bir sesle:
– Onu düşünmek de nereden aklına geldi? diye sordu. Evet, söyleyen Kit’ti. Zavallı Kit!
Cüce böyle diyerek dostça bir tavırla başını eğdi, gitmeye hazırlandı. Dış kapıyı biraz geçtikten sonra büyük bir sevinç içinde gülümsedi.
– Zavallı Kit! diye mırıldandı. Bir meteliğe herkese gösterilen cücelerin en çirkini olduğumu söyleyen de, yanılmıyorsam, Kit’ti. Hah-hah-ha! Zavallı Kit!
Cüce böylece söylene söylene yoluna gitti.
10
Daniel Quilp, yaşlı adamın evine kimseye görünmeden giremediği gibi çıkarken de görünmemezlik edememişti. Hemen tam karşıda, ana caddeden ayrılan bir sürü geçitten birinin dönemecinin gölgesinde birisi gizlenmişti. Akşam güneş batmak üzereyken burada yerini alan bu kimse, büyük bir sabırla, uzun bir süre orada beklemek zorunda olduğunu, böyle şeylere de iyice alıştığını belirten bir tavırla, duvara dayanmış, duruyordu. Bir saat içinde de yerinden hiç kıpırdamamıştı.
Bu sabırlı bekleyici, oradan gelip geçenlerin pek ilgisini çekmediği gibi o da gelip geçenlere pek önem vermiyordu. Gözleri hep bir tek noktaya bakıyordu: Çocuğun önünde oturmayı âdet edindiği pencereydi bu. Gözlerini oradan ancak komşu dükkânlardan birindeki saate bakmak için oynatıyor, sonra gözlerini gene, büyük bir ciddiyetle, dikkatle, eski hedefe çeviriyordu.
Bu kimsenin gizlendiği yerde hiçbir yorgunluk belirtisi göstermediğini söylemiştik; gerçekten de, beklediği kadar yorgunluk duymadı. Yalnız, zaman geçtikçe saate daha sık, pencereye de daha az umutla bakarak kaygılanma, şaşırma belirtileri göstermeye başladı. En sonunda, birtakım