Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
düşüneceğim, dedi. Burada kalmayacağız.
– Ben de öyle tahmin etmiştim. Eşyayı sattım. Mallar umulan parayı getirmedi ama, sonuç yine de pek kötü değil. Bugün günlerden salı. Eşya ne zaman taşınsın? Acelemiz yok. Mesela bugün öğleden sonra taşınsın diyelim mi?
Yaşlı adam:
– Cuma sabahı diyelim, dedi.
Cüce:
– Peki, öyle olsun, dedi. Öyle olsun ama, bu işi daha geri bıraktıramayacağımı da kabul etmen şartıyla, komşum. Her ne pahasına olursa olsun, daha uzun bekleyemeyiz.
Yaşlı adam:
– Güzel, dedi. Bunu unutmam.
Quilp bu sözlerin söylenişindeki garip, hatta ruhsuz ifadeye biraz da şaşmış gibi görünüyordu ama, yaşlı adam başını sallayıp: “Cuma sabahı, unutma.” diye tekrarladı, bu konuyu da daha fazla kurcalamak için bahane bulamadı, iyi niyet dilekleriyle, övgülerle, pek dostça bir hava içinde, yaşlı adamın yanından ayrıldı; aşağıya, durumu Brass’a anlatmaya gitti.
O gün, ertesi gün de sabahtan akşama kadar yaşlı adam bu durumda kaldı. Evin içinde aşağı, yukarı gezindi, sanki odalarla vedalaşmak istiyormuş gibi hepsine girdi çıktı; yalnız, sabahki konuşmayı hatırladığını hiçbir şekilde belli etmedi; başını sokacak başka bir çatı aramak gerektiğinden de söz etmedi. Zihninde belli belirsiz bir düşünce vardı ki o da çocuğun yapayalnız, yardıma muhtaç durumda olduğuydu. Bu da çocuğu sık sık bağrına basıp ona neşeli olmasını, birbirlerini asla bırakmayacaklarını tekrarlamasından anlaşılıyordu. Ne var ki gerçek durumu daha açık bir şekilde anlamaktan uzak görünüyordu. Hâlâ huzursuz, ihtirassız bir yaratık havasındaydı; maddi, manevi acıların hepsi onu bırakıp gitmişti sanki.
Biz buna “çocukluk hâli” deriz ama, nasıl ölüm uykunun gülünç bir benzeriyse adamın bu hâliyle çocukluk arasındaki benzerlik de aynıdır. Bunamaya yüz tutan bir kimse nerede, çocukluğun o gülen ışığı, hayatı, hiçbir sınır tanımayan o neşesi, soğukluk nedir bilmeyen o saflığı, gölgelenmeyen umutları, tomurcuklanırken solan o neşeleri nerede! O çirkin ölümün keskin, soğuk sınırlandırması nerede, uykunun o sakin güzelliği, uyanık geçen saatlere dinlenme deyip gelecek saatlerin umutlarıyla, sevgisiyle oyalanmak nerede! Ölümle uykuyu yan yana bırakın, bakalım ikisinin hısım olduğunu söyleyen çıkacak mı? Çocukla çocuksu adamı birlikte yola çıkarın, o güzel günlere iftira edip çirkin, eğri büğrü bir hayale onun adını vermenin gururu içinde yüzünüz kızarsın bakalım.
Perşembe geldi çattı ama, yaşlı adamda hiçbir değişiklik yoktu. Yalnız, o akşam çocukla sessiz sessiz otururlarken yaşlı adamın üzerine bir değişik hâl geldi.
Penceresinin altındaki küçük kasvetli avluda bir ağaç vardı, bulunduğu yere göre enikonu verimli sayılırdı. Ağacın yaprakları arasında hava kıpırdanırken beyaz duvara da titrek bir gölge düşüyordu. Yaşlı adam güneş batıncaya kadar bu bir parçacık ışık altında titreşen gölgeleri seyretti. Gece olup da ay yavaş yavaş yükselmeye başladığı zaman da hâlâ eski yerinde oturuyordu.
Bunca uzun bir süre yatağının içinde çırpınıp yatmış bir kimse için bu birkaç yeşil yaprak, bacaların, damların arasından bile sızmış olsa, o bir parçacık ışık pek hoşa gidecek şeylerdi. Bunlar çok uzaklardaki sakin yerleri, huzuru hatırlatıyordu.
Kızcağız bir kere değil, pek çok kereler yaşlı adamın duygulandığını, konuşmaktan çekindiğini fark etmişti. İşte şimdi de gözlerinden yaşlar akıyordu. Yaşları görmek küçük kızın sızlayan kalbini bayağı aydınlatmıştı. Yaşlı adam bir de, sanki yere diz çökecekmiş gibi yaparak, torununa kendisini bağışlaması için yalvardı.
Nell, dedesinin sözünü yarıda keserek:
– Bağışlamak mı? diye bağırdı. Ah, dedeciğim, neyi bağışlayacakmışım?
– Şimdiye kadar gelmiş geçmiş şeyleri, senin başına gelenlerin hepsini, o huzursuzluk veren rüya içinde gelip geçenleri bağışlayacaksın, Nell.
Çocuk:
– Öyle konuşma, dedeciğim, dedi. Yalvarırım, yapma! Hadi şimdi başka şeyler konuşalım.
Yaşlı adam:
– Evet, evet başka şeyler konuşacağız, diye karşılık verdi. Bu konuşacaklarımız da çok eskiden… Aylarca, aylarca önce mi, yoksa haftalarca önce mi, günlerce önce mi konuştuğumuz şeyler olacak. Acaba ne zaman konuşmuştuk onları, Nell?
Çocuk:
– Ne dediğini anlayamadım, dedi.
– Bugün hatırladım… Şurada oturmaya başladığımızdan beri hatırlıyorum. Tanrı senden razı olsun, Nell.
– Niçin böyle diyorsun, dedeciğim?
– İlk defa dilenci olduğumuz zaman söylediğin sözler için diyorum, Nell. Daha yavaş konuşalım. Şişt! Aşağıdakiler niyetimizi öğrenirlerse benim deli olduğumu söyleyip seni benden uzaklaştırırlar. Burada bir gün daha durmayacağız. Buradan uzaklara gideceğiz.
Çocuk, ciddi ciddi:
– Evet, hadi gidelim, dedi. Buradan çıkıp gidelim, bir daha da ne buraya dönelim, ne de adını analım. Buralarda oyalanacağımıza yalın ayak dünyayı dolaşalım daha iyi.
Yaşlı adam:
– Öyle yapacağız, dedi. Tarlaları, ormanları, ırmak kıyılarını yayan geçeceğiz. Tanrı’nın hükmettiği yerlerde kendimizi ona emanet edeceğiz. Ötelerde geceleyin berrak gökyüzünün altında yatmak, hep üzücü, yorucu rüyalarla dolu olan kapalı odalarda yatmaktan daha iyidir. Seninle ikimiz neşeli, mutlu olup bu günleri de sanki hiç olmamış gibi unutmayı pekâlâ öğrenebiliriz, Nell.
Çocuk:
– Mutlu olacağız! diye bağırdı. Burada dünyada mutlu olamayız!
Yaşlı adam da:
– Hayır, bir daha mutlu olamayız, diye çocuğun düşüncesine katıldı. Doğru söyledin. Yarın sabah buradan kaçıp gidelim. Erkenden usulca çıkıp gideriz ki bizi gören, duyan olmasın. Arkamızda da bir iz, bir işaret bırakmayalım ki, peşimize takılmasınlar. Zavallı Nell’ciğim! Yanacıkların solmuş, gözlerin de beni gözleyip ağlamaktan ağırlaşmış. Biliyorum, benim uğruma olmuş bu. Korkma, iyileşeceksin. Yarın sabah, yüzlerimizi bu üzüntü dolu yerden çevirip, kuşlar kadar bağımsız, mutlu olacağız.
Sonra, ellerini çocuğun başının üstünde birleştirip, kırık dökük bir iki kelimeyle, bundan sonra birlikte orası senin, burası benim dolaşacaklarını, ölüm ikisinden birini alıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklarını söyledi.Çocuğun yüreği umutla, güvenle hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Açlık, soğuk, susuzluk ya da sıkıntı çekme düşüncesi hiç yoktu. Dedesinin adamın anlattıkları üzerine, bir zamanlar zevk aldıkları basit şeylere yeniden kavuşmayı, yaşadığı o kasvet dolu yalnızlıktan kurtulmayı, şu son zamanlarda çevresini saran o kalpsiz insanlardan uzaklaşmayı, dedesinin sağlığına, huzura kavuşmasını, sakin bir mutlu hayata başlamayı hayalinde canlandırıyordu. Gözlerinin önünde güneş, dere, çayır, yaz günleri pırıl pırıl parlıyordu; bu parlak manzarada en küçük bir kara leke yoktu.
Dede birkaç saattir yatağında derin derin uyuyordu, Nell ise hâlâ kaçma hazırlığındaydı. Kendisi için gerekli birkaç parça giyeceği, dedesi için de bir iki şey alması gerekiyordu. Uğradıkları talihsizliğe uyacak eski elbiseleri, giymek üzere, bir kenara ayırmıştı. Kızcağızın