Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс

Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс


Скачать книгу
bir sessizlikten sonra:

      – Burada biten papatyaları toplayıp eve götürürüm, diye sözlerine devam etti. Bu çiçekler kadar başka hiçbir çiçeği sevmiyorum, elli beş yıldır da sevemedim. Bu, hayli uzun bir süre sayılır; üstelik, ben de artık çok yaşlandım.

      Kadıncağız sonra, yeni dinleyicisinin küçük bir çocuk olmasına aldırmadan, bu felaketle karşılaştığı zaman nasıl ağlayıp haykırdığını anlattı: Kendisinin de ölmesi için nasıl dualar etmiş; buraya ilk gelişinde aşkı, acısı pek kuvvetli bir genç yaratıkmış; üzüntüden yüreği nasıl parçalanır gibi olurmuş. Yalnız, buraya geldiği zamanlar yine üzülüyorsa da artık o eski günler geçmişti. Buraya gelmek ona acı değil de gerçekten bir zevk verinceye, bu iş onun yapmaktan hoşlandığı bir görev hâlini alıncaya kadar gelmeye devam etmişti. Şimdi de, aradan elli beş yıl geçmiş olduğu için, ölen adamdan oğul ya da torunuymuş gibi söz edebiliyor, bu yaşlı hâlinde onun gençliğine acıyormuş gibi davranabiliyordu. Yine de ondan söz ederken kocası olduğunu belirtmekten de geri kalmıyor, eskiden olduğu gibi kendisini de onunla bir tutuyor, adam sanki daha dün ölmüş gibi onunla başka bir dünyada buluşmayı umuyordu. Erkekle birlikte ölmüş görünen o sevimli kızdan kendini iyice ayırmış gibiydi.

      Yaşlı kadın mezarın üzerinde açan çiçekleri toplamaya koyulunca Nell onun yanından ayrıldı, düşünceli düşünceli yürüyerek, geri döndü.

      Dedesi de artık kalkıp giyinmişti. Hayatın acı gerçeklerine yine sövüp saymakta olan B. Codlin de bir gece önceki temsilden kalan yarısı yanmış mumları çamaşırlarının arasına sokuşturmakla uğraşıyordu. Bu arada arkadaşı da ahırın önüne toplanmış olan meraklıların övgülerini dinleyerek oyalanıyordu. Orada bulunanlara kendini yeteri kadar sevdirdiğine inanç getirince kahvaltı etmek üzere içeri girdi. Hep birlikte sofraya oturdular.

      Küçücük adam Nell’e sordu:

      – Peki, ya bugün nereye gidiyorsunuz?

      Çocukcağız:

      – Vallahi bilmiyorum… Daha kararlaştırmadık, dedi.

      Adam:

      – Biz buradan yarışlara gidiyoruz, dedi. Sizin yolunuz da o yana doğruysa, bizimle arkadaşlık etmekten hoşlanırsanız, birlikte yola çıkalım. Yok, yalnız gitmekten hoşlanacaksanız bunu bize açıkça söyleyin, sizi hiç rahatsız etmeyiz.

      Yaşlı adam:

      – Sizinle geliyoruz, dedi. Nell… Onlarla gidelim, onlarla gidelim.

      Çocuk bir saniye kadar düşündü, kısa bir süre sonra dilenmek zorunda kalacağını, zengin hanımların gülmek, eğlenmek için araya toplandıkları yerlerden daha iyi dinlenme yeri bulamayacağını hesaba katarak, şimdilik, bu adamlarla birlikte gitmenin doğru olacağına inandı. Bunun için de adama teşekkür etti, arkadaşına ürkek bir bakış fırlatarak yarışların yapıldığı kasabaya kadar onlarla birlikte gitmelerinde bir sakınca yoksa bu teklifi kabul ettiğini bildirdi.

      Küçücük adam:

      – Bir sakınca mı? dedi. Ne olur, Tommy, bir kerecik olsun kibar davranıver de onların bizimle bir arada olmalarından kıvanç duyduğunu söyle.

      Thomas Codlin, düşünürlerin, insandan kaçan kimselerin çoğu gibi pek ağır konuşup pek az yemek yiyen bir adamdı.

      – Sen pek aklı havada adamın birisin, Trotters, dedi.

      Öbürü:

      – Niçin? Bundan bize ne zarar gelebilir ki? diye ısrarla sordu.

      Thomas Codlin:

      – Bugünkü şartlar içinde belki hiçbir zarar gelmez ama, dedi. Bu alışkanlık tehlikeli bir alışkanlıktır… Dediğim gibi, senin de aklın pek havada.

      – E, her neyse, şimdi onlar da bizimle geliyorlar mı, gelmiyorlar mı?

      Codlin:

      – Geliyorlar, dedi. Yalnız, bundan bir kazanç elde edebilirdin, değil mi ya?

      Küçücük adamın gerçek adı Harris’ti ama, zamanla bu ad değişmiş, kulağa daha tatlı gelen Trotters olup çıkmıştı. Bacaklarının kısalığından ötürü adına “Bodur” lakabı da eklenmiş, Bodur Trotters oluvermişti. Yalnız, Bodur Trotters pek uzun bir addı; dostça konuşmalar arasında kullanışlı değildi; onun için, yakınları arasında ya Bodur ya da Trotters diye anılıyordu. Törenlerle ağırbaşlı konuşmalar dışında da hiçbir zaman ona Bodur Trotters denilmiyordu.

      Bodur ya da Trotters okuyucu bu adlardan hangisini beğenirse onu kullanabilir, arkadaşı B. Thomas Codlin, sitem dolu havasını bıraksın diye, ona hoş, neşeli bir karşılık vermek istedi. Ondan sonra da haşlanmış soğuk et, ekmek, tereyağından ibaret kahvaltısını büyük bir iştahla yemeye koyuldu, dostlarına da aynı şeyi yapmak öğüdünü verdi. B. Codlin daha önceden içinin alabileceği kadar yemiş olduğu için böyle bir ısrara ihtiyacı yoktu. Şimdi, dilinin pasını sert bir birayla gidermeye çalışıyor, sessiz sessiz, içkisinden bol bol yudumluyor, hiç kimseye de içki ikram etmiyordu; böylece, insanları sevmeyen bir kimse olduğunu yine açığa vuruyordu.

      Kahvaltı sonra erince B. Codlin hesabı istedi, içtiği içkinin tutarını da öbürkülerin hesabına ekletti (Bu da, insan düşmanlarına özgü bir davranıştı.). Getirilen hesabı iki eşit bölüme ayırdı; birini kendisiyle arkadaşı, öbürünü de Nelly ile dedesi ödeyecekti. Bu iş de bitirildikten sonra hancıyla, karısıyla vedalaşıp yola düzüldüler.

      İşte burada da B. Codlin’in toplumda yanlış bir yer aldığı; bunun da adamcağızın zaten yaralı olan ruhunu adamakıllı etkilediği pek kuvvetli bir şekilde açığa vurulmaktaydı: Bir gece önce Punch’ı seyirciye “usta” diye tanıtmış, onu kendisine eğlence sağladığı için yanında tuttuğunu anlatmıştı; şimdi ise o Punch’ın tapınağının yükü altında acı çekerek ezile ezile yürüyordu, bunu güneşli bir günde, tozlu yollarda omuzlarında taşımaya katlanıyordu. O neşe saçan Punch da, sönmek bilmeyen zekâ ateşinden kıvılcımlar saçıp efendisine neşeli neşeli bir şeyler anlatacak yerde, etsiz, kemiksiz, bir torba gibi kocaman kutunun içine atılmış, bacakları boynuna doğru ikiye katlanmış bir hâlde duruyordu; artık onun toplum içindeki değerlerinden hiçbiri kalmamış sayılırdı.

      B. Codlin ağır ağır yoluna devam ediyordu, arada sırada Bodur’la bir iki laf ediyor ya da dinlenmek için durup homurdanıyordu. Bodur bütün kafilenin öncüsüydü; oyassı bavuluyla, çıkın hâline getirilmiş yüküyle, omuzundan sarkan borazanıyla gidiyordu. Nell ile dedesi onun arkasından geliyorlardı, Thomas Codlin de en arkadaydı. Bir şehre ya da kasabaya girince, hatta şöyle derli toplu güzel görünüşlü bir evin önüne varınca, Bodur borazanını çalıp Punchların hepsinin sık sık söyledikleri neşeli türkülerden birinden bir parçayı okumaya koyuluyordu. Ahali pencerelere üşüşecek olursa, B. Codlin hemen sahneyi kuruveriyor, Bodur’u da perdelerin arkasına gizleyip temsile hazırlanıyordu. Ondan sonra da hazırlık tamamlanır tamamlanmaz, temsili başlatıyorlardı. Oyunun uzunluğunu Codlin kararlaştırıyor, oyunda kahramanın başarıya ulaşmasını, seyirci sayısına göre, çarçabuk ya da daha geç sağlıyordu. Müşterilerin hepsinden para toplanınca da, yükünü yükleniyor, gene yola düzülüyorlardı. Bir köprünün üzerinde ya da bir gemide temsil verdikleri de oluyordu. Bir keresinde de parayla geçilen bir yolun ağzında, para toplama memuruna temsil vermişlerdi. Adamcağız, yalnızlığını unutmak için, sarhoş olmuş, oyunlarına karşılık onlara bir şiling vermişti. Bir keresinde de oyunda sırmalı elbise giymiş zengin birinin aslında odun kafalı bir aptal olarak gösterilmesi şehrin yöneticilerini kızdırmış, oyunlarını kesip oradan gitmeleri emredilmişti. Yalnız, gittikleri yerlerde genellikle iyi karşılanıyorlardı, peşlerine bir sürü çocuk takılmadan


Скачать книгу