Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс

Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс


Скачать книгу
size açıklayayım, dedi. Şairin dediği gibi, dürüst insan Tanrı’nın en soylu eseridir. Ben her konuda şairle aynı düşüncedeyim, efendim. Bir elde o dev Alp Dağları, öbür elde de arı kuşu olsa, iş bakımından dürüst bir insan için hiçbir anlam taşımaz.

      İnce bir ses:

      – Bay Witherden’in benim için söyleyeceği herhangi bir sözü ben de aynı şekilde kendisine söyleyebilirim, dedi.

      Noter:

      – Bu gerçekten mutlu bir olay, cidden mutlu bir o!ay, dedi. Hele yirmi sekizinci doğum gününde olması da ayrıca dikkate değer. Bunu değerlendirmeyi başarırım inşallah. Öyle sanıyorum ki, Bay Gariand, bu mutlu tesadüften ötürü ikimiz de birbirimizi kutlayabiliriz.

      Yaşlı bey bu sözlere olumlu bir karşılık verdi. Bundan sonra, yine tokalaşmalar oldu. Bu iş de bitince, yaşlı bey hiçbir erkek evladın Abel Gariand gibi anasına, babasına huzur vermesine imkân olmadığını söyledi.

      – Annesiyle ben hayatımızın oldukça ileri bir çağında, yıllarca durumumuz düzelsin diye bekledikten sonra evlendiğimiz için, bundan sonra da her zaman söz dinler, sevgi besler bir çocuğa kavuştuğumuzdan ötürü mutluyuz. Evet, bu durum ikimize de büyük bir mutluluk sağladı elbette, efendim.

      Noter de, anlayışlı bir tavırla:

      – Böyle olduğuna hiç şüphem yok, efendim, dedi. İşte böyle şeyler de beni bekârlıktan bezdiriyor, kaderime küstürüyor ya. Vaktiyle bir genç hanım vardı, efendim, çok tanınmış bir depo sahibinin kızıydı… Neyse, bunu bırakalım şimdi. Chukster, Bay Abel’in kâğıtlarını getir.

      Yaşlı hanım:

      – Görüyorsunuz ya, beyefendi, Abel başka delikanlılar gibi yetiştirilmemiştir, dedi. Her zaman bizim aramızda olmaktan zevk almıştır, daima da yanımızda kalmıştır. Abel bizden bir gün bile ayrı kalmamıştır, öyle değil mi, şekerim?

      Yaşlı adam:

      – Asla, hayatım, dedi. Yalnız, bir cumartesi günü, eski öğretmeni Bay Tomkinley ile birlikte Margate’ye gitmiş, pazartesi sabahı da dönmüştü. Ondan sonra da, hatırlarsan, çok hastalanmıştı, hayatım. Orada enikonu büyük bir âlem yapmışlar.

      Yaşlı hanım:

      – Biliyorsun, oğlumuz öyle şeylere alışkın değildi; onun için, buna dayanamamıştı, dedi. İşin doğrusu bu. Hem, bizsiz orada rahat edememiş, konuşup eğlenecek bir kimse de bulamamış.

      Daha önce de bir kere duyulmuş olan o ince, hafif ses yine duyuldu:

      – Sahiden öyleydi, biliyorsunuz. Çok uzaktaydım, çok da yalnızdım, anne. Hele aramızda bir deniz bulunduğunu düşündükçe… Ah, aramızda koskoca bir deniz bulunduğunu ilk defa düşündüğüm sırada içimde uyanan duyguları unutamam.

      Noter:

      – O şartlar altında böyle şeyler pek olağan sayılır, dedi. Bay Abel’in duyguları yaradılışının, sizin yaradılışınızın, babasının yaradılışının, insan yaradılışının meziyetlerini gösterir. Şimdi de, o sakin, gösterişsiz davranışlarının altında da aynı akıntının varlığını seziyorum. Görüyorsunuz ya, şimdi sözleşmenin altına imzamı atmak üzereyim, Bay Chuckster de tanık olacak. Şu uçları çentikli mavi mühür mumuna parmağımı basıyorum. Şu sözleri de biraz daha yüksek sesle söylemek zorundayım, hanımefendi,sakın telaşlanmayın, basit bir kanuni usuldür. Bu yazılanların sözüm, senedim olduğunu kabul ediyorum. Bay Abel de öbür mühür mumunun üzerine imzasını atacak, aynı sözleri tekrarlayacak. Böylece iş bitiyor. Hah-hah-ha! Görüyorsunuz ya, böyle işler ne kolay yapılıyor!

      Kısa bir sessizlik oldu. Besbelli, bu süre içinde B. Abel kendisine söylenenleri yapmıştı. Sonra, yine tokalaşmalar, ayak hışırtıları oldu. Bunun hemen arkasından da şarap kadehlerinin şıngırtısı, herkesin bir ağızdan konuşmaya başladığı duyuldu. Bir çeyrek saat kadar sonra da B. Chuckster, kulağının arkasına bir kalem sıkıştırılmış, yüzü de şaraptan şişmiş bir hâlde, kapıda göründü, Kit’e de şakacı bir tavırla: “Küçük Beyefendi” diyerek, konukların dışarı çıkmak üzere olduklarını bildirdi.

      Hepsi birden dışarı çıktılar. Kısa boylu, tıknaz, kırmızı yüzlü B. Witherden, yaşlı hanımı son derece kibar bir tavırla dışarı buyur etti; baba oğul da kol kola onların arkasından gittiler. Abel biraz yaşlı kılıklıydı; yüzü, vücut yapısı bakımından babasına pek benziyordu; yalnız, babasının o yusyuvarlak yüzünün, neşeli hâlinin yerini ürkek bir ağırbaşlılık almıştı. Bunun dışında, her bakımdan, kıyafetin derli topluluğundan ayağın çarpıklığına varıncaya kadar genç adamla yaşlı adam birbirlerinin eşiydiler.

      Abel, yaşlı hanımı kazasız belasız arabaya bindirip pelerinini, bir hayli yer tutan sepetini yerleştirmesine yardım ettikten sonra arabanın arkasında özel olarak kendisi için yapıldığı anlaşılan bölmeye geçti, sırayla annesinden başlayıp midilliye kadar herkese gülümsedi. Ondan sonra, hayvanın başını kaldırtıp yularını bağlamak için de bir hayli uğraşmak zorunda kaldılar. Sonunda bu iş de yapıldı. Yaşlı adam, arabadaki yerine geçip, dizginleri kavradı, bir elini de cebine sokup Kit’e vermek üzere birkaç kuruş bozuk para aradı. Hiç bozuk parası yoktu, hanımda da öyle; Abel’de, noterde, B. Chuckster’de de yoktu. Yaşlı adam bir şilingi de çok bulmuştu. Sokakta da bir dükkân yoktu ki parayı bozdurup Kit’e bahşiş versin.

      Şaka yollu:

      – Bak, diye söylendi. Önümüzdeki pazartesiye aynı saatte buraya geleceğim, sen de burada ol da paranın üstünü ver, oğlum.

      Kit:

      – Teşekkür ederim, dedi. Mutlaka burada olurum, efendim.

      Çocukcağız çok ciddiydi ama, onun bu sözlerine ötekiler kahkahalarla güldüler; hele B. Chuckster, katıla katıla gülerek, bu şakadan pek zevk aldığını belli etti. Midilli de, en sonunda eve gideceklerini anlamış olsa gerek, hızlı hızlı ilerlemeye başlamıştı. Hayvancağız başka yere gitmeye hiç de niyetli değildi. Kit’in de oyalanmaya vakti yoktu, o da kendi yoluna gitti. Kazandığı paranın evde sevinç yaratacağını bildiği için, kuşa yem almayı da ihmal etmeden, doğruca evin yolunu tuttu. Kazandığı başarı çocukcağızı öyle sevindirmiş, umutlandırmıştı ki eve vardığında Nell ile yaşlı adamı orada bulacağına da aşağı yukarı emindi.

      15

      Yola çıktıkları sabah, kasabanın ıssız sokaklarında yürürlerken, Nell uzaktan Kit’e benzeyen birini görür gibi olunca, umutla, korkuyla karışık bir heyecan içinde titredi.Evet, sevine sevine ona elini uzatacak, son karşılaşmalarında kendisine söylediği sözlerden ötürü ona teşekkür edecekti ama, karşıdan gelen iyice yanlarına yaklaşıp da onun bir yabancı olduğunu görünce, rahatlıyordu. Çünkü, Kit ile karşılaşmanın yol arkadaşı üzerinde yaratacağı etki bir yana, herhangi bir kimseyle, hele bu derece sadık, dürüst davranmış biriyle vedalaşmaya yüreğinin dayanamayacağını anlıyordu. Sessiz şeyleri, onun sevgisini, üzüntüsünü anlamayan öteberiyi arkada bırakmak zaten yetiyordu. O çılgın yolculuğun eşiğinde tek dostundan da ayrılmak çocuğun yüreğini gerçekten buracaktı.

      Acaba neden ruhça ayrılmaya bedence ayrılmaktan daha kolay dayanırız? İçimizden veda etmek geldiği hâlde bunu söyleyecek kudreti kendimizde neden bulamayız? Birbirlerine yürekten bağlanmış dostlar, uzun yolculuklardan ya da yıllar yılı sürecek ayrılıklardan önce niye her zamanki gibi davranırlar, sanki bir gün sonra buluşmayı kararlaştırmış gibi her zamanki havalarında dururlar da o dillerinin ucuna gelen bir tek kelimeyi söylemezler? İhtimallere dayanmak gerçeklere dayanmaktan daha


Скачать книгу