Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор
başlayan eserleri, Kırım ve II. Dünya Savaşı hakkında normal Türk okurunun pek gündeminde olmayan olay ve fikirleri de içermekteydi.
Dağcı’nın kişiliği, eserlerinin yayınlamaya başlamasından itibaren büyük ölçüde roman kahramanları ile birbirine karışmakta idi. Haluk’un Defterinden ve Londra Mektupları (1996), Yansılar 1-5 (1988-1994) serisi ve Hatıralarda Cengiz Dağcı (1998) gibi eserlerinin yayınlanması ile Dağcı’nın biyografisindeki ayrıntılar ortaya çıkmaya başlar. Bu eserlerdeki ipuçları değerlendirildiğinde, roman kahramanları ile kendi hayatının kesiştiği ve ayrıldığı yerler de belirginleşir. Başlangıçta bir nevi kendi hatıralarının yansıması gibi değerlendirilen romanlarının, aslında kurmaca âleme taşınmış ve orada yeniden inşa edilmiş eserler olduğu daha iyi anlaşılır. Dağcı bu durumu kendisine çok sık sorulan “Sadık Turan19 siz misiniz?” sorusuna verdiği “Hayır o bir roman kahramanıdır.” anlamına gelen cevabı ile vurgular.20
Sovyetlerin 1990 yılından itibaren dağılması ile Ukrayna’da kalan Kırım’a hâkim olan nisbi hürriyet havası, burada Cengiz Dağcı hakkında çalışmalar yapılmasını da sağlar. 17 Mart 2014 tarihinde Rusya’nın Kırım’ı cebren ilhakına kadar süren bu devrede, hem Cengiz Dağcı’nın eserlerinden bazıları Kırım Tatar Türkçesi ile yayınlanmaya başlar hem de Cengiz Dağcı hakkında bazı eserler ortaya konur.
Cengiz Dağcı’nın şiirlerinin büyük bölümüne ancak bu dönemde yayınlanan eserler aracılığı ile ulaşmak mümkün olmuştur. Kırımlı iki yazarın hazırladığı iki kitapta, Cengiz Dağcı’nın şiirlerinin önemli bir bölümü toplanmıştır. Bu iki kitapta toplam 39 şiir vardır.21
Rıza Fazıl’ın hazırladığı kitapta 37 şiir vardır. Yunus Qandım’ın kitabında ise 20 şiir bulunmaktadır. Bu şiirlerin 18’i ortaktır. Yunus Qandım’ın kitabında bulunan 2 şiir, Rıza Fazıl’ın kitabında yoktur. Bunlar eklendiğinde Dağcı’nın iki kitapta toplam 39 şiirinin yer aldığı görülür. Rıza Fazıl’ın kitabındaki 8 şiir Cengiz Dağcı’nın Anneme Mektuplar (Dağcı, 1988) romanında geçen manzumelerden derlenmiştir. Biz bu romanı tekrar gözden geçirdiğimizde Cengiz Dağcı’nın Rıza Fazıl tarafından kitaba alınmayan 7 şiirinin daha bulunduğunu gördük. Rıza Fazıl’ın kitabında bulunan 9 bitmemiş şiire Anneme Mektuplar’da belirlediğimiz diğer 7 parçayı da eklersek, Dağcı’nın 16’sı bitmemiş, 30’u tam şiir olmak üzere, toplam 46 şiirinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Emel Dergisinin Mayıs 2016 tarihinde basılmış Ocak-Aralık 2012’ye ait tek ciltte toplanan 238-241. sayılarında, Cengiz Dağcı’nın bilinmeyen bir şiiri daha yayınlanmıştır (Koçar, 2012: 32-36) “Ant” başlığını taşıyan bu şiirle, şairin şiirlerinin sayısı 47’ye ulaşır.22
Cengiz Dağcı şiire 1936 yılında, ortaokul öğrencisi iken başlar. Akmesçit’de 13. Tam Ortaokulda öğrencisi olduğu Edebiyat Öğretmeni Safiye Akimova’nın yönlendirmeleri ile ilk şiiri 1936 yılında Gençlik Mecmuasında çıkar. Bu şiir “Kış” adını taşır. Yine aynı yıl aynı dergide “Kart Anay ve Eçkisi” isimli uzun şiiri yayınlanır.
1939 yılında Bahçesaray’a bir gezi yapar ve Hansarayı’nı gezer. Bu gezinin etkisi altında “Söyleyin Duvarlar” isimli şiirini yazar. Bu şiir de uzun bir metindir. Şiiri Edebiyat Mecmuası editörü Şâmil Alâddin’e verir. Editör, şiirin mevcut haliyle yayınlamasının Cengiz Dağcı’yı hapse götüreceğinin farkındadır. “Söyleyin Duvarlar” 1939 yılında rejime ters düşen mısraları Şâmil Alâddin tarafından değiştirilerek yayınlanır.23 Rıza Fazıl’ın kitabına isim olan “Sevdiğim Yalta” şiiri de 1939 yılında Edebiyat Mecmuasında çıkar.
Dağcı’nın Bahçesaray’ı gezdikten sonra yazdığı ve Edebiyat Mecmuası editörü Şâmil Alâddin tarafından bazı mısraları değiştirilerek yayınlanan “Söyleyin Duvarlar” şiiri, Kırımlı aydınların yaşamak ve katlanmak zorunda oldukları ikilemi bütün acılığı gösteren bir örnek metindir. Şiirde Cengiz Dağcı ile Şâmil Alâddin’e ait mısralar çok belirgindir.
Dağcı, Hansarayı’nı gezerken çok etkilenmiş ve geçmişe özlemini ifade ettiği uzun bir şiir kaleme almıştır. O, sarayın tarihi havasında kaybolur ve suskun duvarlardan kendisine tarihini anlatmalarını ister. Bu hislenmelerle Cengiz Dağcı tarafından oluşturulan metin, Sovyet rejiminin ilkelerine ve anlayışına son derece terstir ve şairini en iyi ihtimalle hapse götürecektir. Şâmil Alâddin, genellikle kıtaların sonunda yaptığı müdahalelerle şairin zarar göreceği bir uygulama ile karşılaşmasını önlemeye çalışır.
Şiir 5 bölümden oluşur. 12’li hece ölçüsü ile yazılmış ve düz kafiye tercih edilmiştir. Dörtlükler halinde düzenlenmiştir. 1. Bölümde 4 dörtlük bir de ikilik vardır. 2. Bölüm 5 dörtlükten; 3. Bölüm 4 dörtlük 1 ikilikten, 4. Bölüm 6 mısradan, 5. Bölüm ise iki dörtlükten oluşur. Söyleyin Duvarlar, 70 mısra uzunluğunda bir şiirdir. İkinci bölümün sonunda sıra noktalarla işaretli bir satır vardır. Bu iki anlama gelebilir. Ya, Dağcı zihninde olan bazı mısraları buraya aktarmamıştır ya da editör sakıncalı bulduğu ve düzeltme imkânı olmadığı için, buradan bazı mısraları çıkarmıştır.
Dağcı, kendi tarihine olan merakını Pedagoji Enstitüsünde Klyuçevski’nin Rusya’nın Ortaçağ Tarihi isimli kitabından “Moğol ve Altın Orda” konularını okuyarak gidermeye çalışmaktadır. Muhtemelen bu sıralarda gittiği Bahçesaray ve bilhassa Hansarayı onu çok etkiler. Resmi tarihin “haydutlar yatağı” olarak öğrettiği ve değersizleştirmeye çalıştığı Bahçesaray ve Hansarayı, kendi tarihini öğrenmek arzusu ile içi kavrulan bir Türk gencinin, kendisine okutulan kitaplardakileri bir tarafa bırakıp, bilgiyi doğrudan tarihin kendisinden alma çabasının bir ürünü olarak şiire girer. Dağcı bilgiyi, tarihini, doğrudan doğruya Hansarayı’nın duvarlarından öğrenecektir. Sarayın suskun duvarları ile ruhu arasında şairane bir bağ kuracak ve işin aslını bu duvarlara soracaktır. Dolayısıyla şiirin ismi, esir bir ülkenin genç öğrencisinin, rejim tarafından kendisine yanlış ve güdümlü aktarılan tarihin gerçeklerini, bizzat o tarihin tanığı olan bir yapıdan öğrenme arzusunun sembolü olarak karşımıza çıkar: Söyleyin Duvarlar…
İşte karşısında kocaman bir saray durmaktadır. Duvarları arasında onun bilmediği, kendisine okutulan tarih kitaplarının yazmadığı sırları saklayan bir tarihi binanın kapısındadır. Bu yapı daha kapısında iken, ona güçlü bir geçmiş duygusunu telkin eder. Binanın içine girmeden, önce orada yaşamış insanların gücüne baş eğmek gerekir. Tarihi yapı, kapısında duran gençte bu ruh halini oluşturur. Bu “kocaman” sarayda, “kudretli” insanlar yaşamışlardır. Tabiat güneşli ve güzel bir günüyle bu manzaraya eşlik etmektedir. Işıklı, aydınlık, sıcak bir gün… insana çevre ve tarihle dostluk kurmayı ilham eden bir gün. Gencin içini ısıtan ve aydınlatan bir gün. Dağcı bu güneşli günü kucaklayarak, “gönlü ışıklarla dolu bir şekilde” sarayın kapısından içeri adım atacaktır. Ancak dördüncü mısrada bu tarihe dost ve cedlere hayran ruh hâli birden tersine döner. Dörtlüğün büyüsü son mısra ile bozulur:
Men kirem lanetli keçmişini hatırlap
Bize göre şiirin ilk dörtlüğünün Şâmil Alâddin tarafından değiştirilen mısraı budur. Bu mısra, bağlam/ kontekst açısından bakıldığında ilk üç mısraın anlam dünyasına tamamen aykırıdır. İlk mısralarda hâkim olan cedlere ve yapıya hayranlık
19
20
Dağcı Yansılar 2’de bu konuda şunları yazar: “
21
Rıza Fazıl,
22
Cengiz Dağcı’nın şiirleri hakkında yapılan etraflı değerlendirmeler için bkz. Salim Çonoğlu, 2017: 265-298; İsa Kocakaplan, 2017: 299-318.
23
Cengiz Dağcı Hatıralarında şiirin Edebiyat mecmuasında yayınlanış tarihi olarak 1939 kışını verir (bkz.