Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор
en iyi bu duvarlar anlatabilir. Şaire bütün bildiklerini unutmak ve duvarların söyleyeceklerini dinlemek düşer. Ancak kıtanın son mısraında büyü tekrar bozulur:
Divarlar tökülgen qanlarğa şaattır.
Bu mısra ile tekrar Sovyetlerin resmi ideolojisine dönülür. Bahçesaray’da yaşamış hanlar, kan dökücü haydutlardır. Bu mısra da şiire editör tarafından eklenmiştir, diyebiliriz.
Bu mısradan sonra gelen üçüncü ve dördüncü kıtalarda şair tekrar tarihi gerçek yüzüyle öğrenme arzusunu belirtir. Sarayın gerçek yüzünü duvarlar söyleyecektir. “Bu sarayda yaşamış güzeller nelere üzülüp ağladılar? Onlar, kalplerindeki sevgiyi nelere bağladılar?” gibi sorulara güngörmüş (asır-dide) duvarlar cevap verecektir. Şair dördüncü kıtada da duvarlara merak ettiği soruları sormaya devam eder. Han atına nerede, nasıl bindi? Sarayın hangi kapısından dışarı çıktı? Hangi topraklarda hangi düşmanlarla çarpıştı? Emrindeki atlılarla birlikte nerelerde baş kesip at sürdüler? Bütün bu sorular önce sarayın harem hayatına duyulan merakı gidermeye, sonra da hanların ortaya koydukları tarihin, kazandıkları zaferlerin öğrenilmesine yöneliktir. Tarih kitaplarının vermediği bilgiler bu duvarların hafızalarında saklıdır. Saray yaşantısını ve savaş tarihini öğrenme arzusu bu kıtalara sinmiştir. Bu iki kıtada da Kırım tarihine pozitif bir bakış vardır.
Bakış açısı birinci bölümün son iki mısraı ile değişir:
Söyleñiz! Ne içün edi kotekler?
Kim içün yırtıldı o qanlı etekler?
Kısaca, Kırım Hanlarına “Bu haydutlukları niçin yaptınız?” diye sorulur bu mısralarda. Elbette söz konusu iki mısra da şiirin genel akışına, yani metnin kontekstine aykırı durmaktadır. Bu mısralar da editör tarafından eklenmiş veya değiştirilmiştir. Şiirin 18 mısralık birinci bölümü şairin yapı, Kırım tarihi, sarayın içinde yaşayanlar ve yaşananlar hakkında saray duvarlarına sorduğu sorulardan oluşur.
Şiirin ikinci bölümünden itibaren şairin duvarlardan öğrendiği bilgileri, edindiği izlenimleri görmeye başlarız. 20 mısradan – 5 dörtlük- oluşan bu bölümde duvarlar konuşmaya başlar. Daha doğrusu, şair düşündüklerini duvarlara söyletir. Dağcı’nın Kırım tarihi konusunda resmi tarih dışında müktesebatının bulunduğunu buradaki bir takım telmihlerden anlarız. Şair sarayın içine duygulu, coşkun bir ruh hali ile girer. Kalbi heyecanla çarpmaya başlar. Yağış yüklü bulutlar gönlünü doldurur. Sarayın geçmişini hatırlamak, onu bir duygu sağanağı altında bırakır. Bu giriş kıtası Dağcı’nın atalarının izleri ile buluşmaktan duyduğu heyecanı yansıtır. Ama büyü yine dördüncü mısrada bozulur:
O kunler topraqqa koz yaşlar içirdi.
Sarayın, gözleri önünde canlandırdığı tarih Kırım Hanlarının Kıpçak bozkırlarına, Karadeniz kıyılarına ve Avrupa’ya atları ile akınlar yaptıkları dönemlerdir. Sonraki dörtlüklerde bu bakış açısı açıkça görülür. Ancak editör, dörtlüğün son mısraını değiştirerek Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir cezadan kurtarır. Kırım hanlarının saltanatı, o toprakları acı ve üzüntü içinde bırakmıştır. Ülkeye kötülükten başka bir şey vermemiştir. Böylece Sovyet görüşü şiire bir kere daha girmiş olur.
Şair daha sonra sarayın sofalarına, odalarına girer. Bu süslü, işlemeli mekânlar içinde yaşayan Hanlarla bütünleşir. Hayat her zaman güzellikler ve başarılarla dolu değildir. Kırım Hanları da kederden arınmış bir hayat sürmemişlerdir. Neşeli zamanları da olmuştur kaygılı zamanları da. Kaygılı anlarında Han, işte bu sofalarda tesbihler çekmiş, dualar etmiş ve Tanrı’dan yardım istemiştir. Hanın, gözünü budaktan esirgemeyen korkusuz süvarileri bu yerlerde at binmişlerdir. Dörtlüğün son mısraı da tekrar Sovyet anlayışına göre düzenlenir. Şirinler, Mansurlar kan içerek ün kazanmışlardır:
Qan içip namlandı Şirinler, Mansurlar.
Şirin ve Mansur aileleri, Kırım’a önemli hizmetler yapan ve savaşlarda yararlılıkları görünen büyük ailelerdir. Zaman zaman bu aileler yönetimde büyük nüfuz elde etmişlerdir. Bu telmihlerden Dağcı’nın Kırım tarihi hakkında daha başka kaynaklardan da bilgi sahibi olduğunu anlıyoruz. Şirin ve Mansurlara Şamil Alâddin tarafından verilen “kan içicilik” özelliği elbette devletin Kınım Hanlığına bakış açısını yansıtır.
Üçüncü dörtlük bir önceki dörtlükte yer alan kaygı atmosferini telafi eder. İlk iki mısrada Hanların, haremde oynayıp güldükleri ve güzeller ile zevk ve sefa âlemleri yaptıkları söylenir. Bu mısralar, bir nevi önceki kaygı tasvirinin kontrastı gibidir. Üçüncü mısradan bölümün son mısraına kadar, kahramanlık ve savaş tasvirleri ile karşı karşıya kalırız. Girayların atlıları korku bilmezler, atlarının ayakları altında taş ve toprak inler. Savaşlarda insanlar kesilir, al kanlar toprağa dökülür. Kılıçlar kalkanlar üzerinde kırılır. Pontus (Karadeniz) kıyıları, Polonya toprakları ve Tuna boyları bu akınlardan nasiplerini alırlar. Kırım Hanları ve askerlerinin kahramanlıkları bu bölgelerdeki düşmanlara aman vermez. Bahçesaray’dan İdil (Volga) nehrine, oradan Tuna kıyısına kadar büyük bir coğrafya Kırım Hanlarının hâkimiyeti altındadır ve bu topraklar al kana boyanarak elde edilmiştir. İşte Dağcı’nın 20 yaşında iken gördüğü sarayın duvarları, ona tarihle ilgili bu kahramanlık tablolarını anlatır. Saray ona bütün bir Kırım tarihini gerçek yönü ile hatırlatır. Bölümün son mısraında yine editör devreye girer:
İnanıñ dostlarım, korgenim – bu saray,
Keçmişi qaradır değenim – bu saray.
Daha önceki mısralarda anlatılan şanlı ve övünç duyulan tarih tablosu, son mısrada yapılan değişiklikle haydutların çapullarından oluşan bir tarih anlayışına evrilmeye çalışılır: Bu sarayın geçmişinde kötülükler vardır, bu sarayın geçmişi karadır. Kanaatimizce son mısra daha önceki mısralarda oluşturulan imajı silmek için yeterli etkiyi göstermez. Bölümün sonunda nokta işaretleri ile imlenmiş bir mısra daha vardır. Buradan bazı mısraların atılıp atılmadığını ne yazık ki bilmiyoruz. Bu noktalı satır şairi tarafından bölümün anlamını daha pekiştirmek amacıyla da konulmuş olabilir.
Üçüncü bölüm 3 dörtlük 1 altılık olmak üzere 18 mısradan oluşur. Şair artık sarayın içinden dışarı çıkmış, Hansarayı Camiinin kıble tarafında yer alan hazireyi dolaşmaktadır. Bu mezarlıkta Giraylar yatmaktadır. Sarıklı mezar taşları şairin gözüne bakarlar. Bu mısralarda bir trajedi dile gelir. Mezarlarında yatan Giraylar ve diğer ölülerin ülkenin düşman elinde bulunduğundan haberdar olduklarını hissederiz. Mezar taşları kendilerini ziyaret eden Dağcı’dan imdat umar gibi onun gözüne bakarlar. Dağcı, ataları ile bu mezarlıkta göz göze gelir. Onların ruhlarını incitmeden ziyaretini sürdürür. Sessiz ve soluksuz, huşu içinde onların arasında dolaşır. Mezar taşlarına dayanır, oyalanır, düşünür. Bir an gelir, orada yatan cedlerinin ruhları ile bütünleşir ve o türbelerde yatanların ondan yardım isteyen sesleri ruhunda çınlamaya başlar. Onlar kurtuluş ümidiyle ziyaretçinin gözüne bakmakta ve ellerini uzatarak “Bizi kurtar” diye feryat etmektedirler.
Denilebilir ki Dağcı’nın atalarının ruhu ile bağ kurduğu en güçlü mısralar bu bölümün ilk 6 mısraıdır. Cedlerle göz teması sağlamak imajı önemlidir. Bu mısralarda 2 defa “gözüme bakarlar” sözü geçer. Yüzüme bakarlar diyebilirdi, ama duygusal bağın kuvvetini daha iyi ifade eden bu sözü, şairin özellikle seçtiğini düşünüyoruz. Zaten Bahçesaray ziyaretinden çok etkilendiğini Dağcı hatıralarında ifade etmektedir.