Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор
Sarayda o eski günleri yaşamaları, haremde hanımları ile buluşmaları hayal-i muhaldir. Yürük atlarına binip sarayın dışına çıkamazlar artık. Yaşadıkları hayatları ile birlikte mezarlarına gömülmüşlerdir. Artık zevk ve sefayı –sürebilirlerse- ancak mezarlarında görürler. Bu düşünceleri taşıyan 12 mısra ile cedlerle kurulan bağ koparılmış olur.
Dördüncü bölüm 6 mısradan oluşur. İlk iki mısradan şairin sarayın içini ve türbeleri tekrar tekrar gezdiğini öğreniriz. Tarihinin Bahçesaray’da ayakta kalan bu tek yadigarı ile buluşmuş, onunla doyasıya vakit geçirmektedir. Sonunda Gözyaşı Çeşmesinin bulunduğu yere gelir. Bölümün 4 mısraı saraydaki Gözyaşı Çeşmesine ayrılmıştır. Kırım Giray’ın genç yaşta ölen karısı Maria (Dilara Bikeç Hatun) için yaptırdığı bu zarif çeşme, hatırlattığı aşk hikâyesinin hürmetine rejimin oklarından kurtulur.24 Şiirin belki müdahale edilmeyen tek bölümü burasıdır. Dağcı çeşmenin sularında Mariya’nın gözyaşlarını görür. Ona “Artık yeter ağlama, gözyaşlarınla beni üzüntülere salma.” diye seslenir. Şairin bu ziyareti ona bazen gurur bazen hüzün veren hatırlayışlarla yüklüdür. Ziyaretin sonunda ataları ile canlı bir bağ kurmanın tatlı yorgunluğu içinde bulur kendini.
İki dörtlükten oluşan beşinci bölüm bu ruh halini yansıtır. Şair saraydaki bir çeşmenin taşına oturarak, gördüklerinin ve hatırladıklarının muhasebesini yapar. Geçmişten bugüne gelir. Artık tarihi atmosfer yerini yaşanılan gerçek hayata bırakır. Camiler utanıp başlarını eğerler, duvarlar değişir, istekler farklılaşır. Duygular değişir. Artık bu sarayda Osmanlı Sultanlar dolaşmaz, sarayda ünlü kervanlar konaklamaz. Sarayın dışarı ile ilgisi kesilmiştir. Bir tecrit yeridir. Halihazırda burada yeni bir dünya kurulmuştur. Yeni ve insanları mutlu (!) eden bir rejim vardır. Mevcut rejimin gerçekleri, tarihi gerçeklerin yerini almıştır. Yeni rejimin tarih anlayışında bu sarayın ve Kırım tarihini yapanların yeri yoktur. O yüzden geçmişe özlem duymak boşunadır. Daha önce var olanlar ölmüştür. Onların dirilmeleri mümkün değildir. İnsanların temennileri onları geri getirmeye yetmez. Şiir şu iki mısra ile biter:
Olğanlar ölgendir, bir daa tirilmez
Tur da kel desen de, bil ki sen, o kelmez.
Şâmil Alâddin’in şiire yaptığı müdahaleler, Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir hapis veya sürgün hayatından kurtarmıştır. “Söyleyin Duvarlar” şiiri bütün olarak okunduğunda, yapılan değişikliklerin, bu metnin geçmişe bir özlem şiiri olduğu gerçeğini yok edemediğini görürüz. Nitekim bu düzeltmelerin yapılmış olması, Cengiz Dağcı’nın şiir tarzının eleştirilmesine engel teşkil etmemiştir. 1939 yılı sonbaharında yapılan Kırım Tatar Yazarları Birliği toplantısında yönetici Kemal A., Dağcı’nın şiirlerinde Komünizme ilerleyen Sovyet insanını değil; dağları, sisleri, duvarları ve mezarlıkları anlattığını söyleyerek onun şiir tarzını ve düşüncelerini eleştirmiştir.
Bundan birkaç ay sonra askere alınması ve hayatının bambaşka bir mecrada akması Dağcı’yı Sovyet tahakkümünden kurtarmıştır.
Özetle, Şâmil Alâddin tarafından şiirde yapılan değişiklikleri ayırt etmek nispeten kolaydır. Metnin ana kontekstine uymayan mısraların, değiştirilen mısralar olduklarını var sayabiliriz. Ancak bu mısralarının orijinal şekillerini tam olarak tahmin etmek mümkün görünmüyor. Belki kelime bazında değişiklikler yapıldığını düşündüğümüz mısralar için bazı tahminler yapılabilir. Şiire en çok müdahalenin üçüncü bölümün 7 mısraından itibaren yapılmış olduğu görünüyor. 18 mısralık bu bölümün 12 mısraı değişiklik yapıldığı izlenimini verir. Şâmil Alâddin neredeyse şiirin üçüncü bölümünü yeniden yazmıştır. Cengiz Dağcı’nın yayınlandıktan sonra şiirinin tanınmaz hale geldiğini söylemesinde, bizce değiştirilen bu 12 mısraın etkisi büyüktür. Elbette bu mısraların orijinallerini bilmemiz mümkün değildir.
Dağcı’nın “Söyleyin Duvarlar” şiirindeki değişmeleri gözden geçirirken, bir anlamda totaliter rejimlerin sanatçı üzerinde uyguladığı sansür ve baskıları da görüp anlamış oluruz.
KAYNAKLAR
ÇONOĞLU, Salim (2017)“Cengiz Dağcı’nın Şiirleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, Haz. İbrahim Şahin-Salim Çonoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 265-298.
DAĞCI, Cengiz (1988) Anneme Mektuplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
DAĞCI, Cengiz (1990) Yansılar 2, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
FAZIL, Rıza (15.06.2012),Sevdiğim Yalta, Simferepol.
KOCAKAPLAN, İsa (2017) “Dağcı’nın Şiiri yahut Tabiatın Hüzünlü Şarkısı”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, Haz. İbrahim Şahin-Salim Çonoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.299-318.
KOÇAR, Çağatay (Ocak-Aralık 2012) “Cengiz Dağcı’nın Bilinmeyen Şiiri”, Emel Dergisi, S. 238-241, s. 32-36.
QANDIM, Yunus (16.07.2012) Hatıralarda Cınğız Dağcı, Aqmescit. http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 (Erişim:12.07.2018)
Yurdunu Kaybeden Adam Cengiz Dağcı’nın Hatıralarında Kaybolmak
Kelime Erdal25
GİRİŞ
Kırım Türklerinin yaşadığı tehcir ve katliamı görüp yaşayarak bu faciayı eserlerine yansıtan tek yazar olan Cengiz Dağcı, Yalta’nın Kızıltaş Köyü’nde doğmuştur. Köyünde ve Akmescit’te okuduktan sonra Kırım Pedagoji Enstitüsü’ne girmiş, ancak II. Dünya savaşının başlamasıyla askere alınmış, enstitüyü yarım bırakmak durumunda kalmıştır. Odesa’daki subay okulunda yetiştikten sonra Alman-Rus Savaşına katılmıştır. Bir süre Rusların tarafında savaşsa da onlara olan kini yüzünden Almanlara esir düşer. Almanların da Ruslar gibi zalim davranışlarına şahit olunca Polonya’ya sığınır. Savaş bitiminde Türk konsolosluğuna başvurarak Türkiye’ye gelmek istediyse de beklediği anlayışı göremeyince, Almanya’yı işgal eden müttefiklere sığınır. Polonyalı eşi ve kızıyla Londra’ya yerleşir (Kabaklı, 1994: 983).
Kırım Türkü olan Cengiz Dağcı, Türkçe ile kaleme aldığı eserlerinde bir yandan gözlemlerinden hareketle Ruslar’ın Kırım Türkeri’ne yaptıkları zulmü yansıtırken, bir yandan da asker olarak bizzat katıldığı II. Dünya Savaşı’nı anlatır. Korkunç Yıllar adlı romanının kahramanı Sadık Turan, aslında yazarın kendisidir. Belki Cengiz Dağcı, Sadık Turan’ın katıldığı savaşlarda çarpışmamış, onun gibi savaşta yaralanmamıştır ama özellikle roman kahramanlarının yoğun olarak yaşadığı korku duygusunu savaşın içindeyken yaşadığı gibi bu duygudan savaştan sonra da uzun müddet kurtulamamıştır (Sınar Çılgın, 2003: 166).
Cengiz Dağcı ömrünün sonuna kadar vatanından uzakta yaşamış vatan hasretlisi bir yazardır. Vatan topraklarına olan hasret, yazarda milliyetçilik ruhunu daha da alevlendirmiştir. Yazar, milliyetçiliğinin gereği olarak kendi milletine yapılan haksızlıklara karşı çıkmıştır. Nasıl ki Ruslar kendi vatanlarında yaşama haklarına sahiplerse, şerefli insanlar olan Kırım Tatarlarının da vatanlarında yaşama hakkına sahip olduğunu yazar her fırsatta dile getirmiştir. Vatanından ayrı düşme ve sürgün yılları, yazarın bilincinde kaygılara, üzüntülere belirsizliklerin oluşmasına sebep olmuştur. Vatanından, yurdundan sürülme bir millet için yok oluş demektir. Cengiz Dağcı
24
Kırım Giray Han ö. 1769/ 1758-1764 ve 1768-1769 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kırım hanı) çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına “Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diyerek Bahçesaraylı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer Usta’ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır. Başka bir söylenceye göre ise; Kırım Hanı Kırım Giray, hareminde Maria Potocka adında Leh asıllı genç bir kadını görür görmez âşık olur. Maria, Kırım hanının aşkına karşılık vermez ve ölür. Giray öylesine üzülür ki, aşkını ifade etmek için en iyi heykeltıraşına taştan bir ağlayan heykel yapmasını emreder. Ve böylece şiirlere konu olan dillere destan Bahçesaray taş çeşmesi yaratılmış olur. Çeşme asıl yerindeyken her bir su damlasının çıkardığı ses, akustiğin de yardımıyla insana ağlama-hıçkırık sesi gibi gelir ve dinleyeni derinden etkilermiş. II. Yekaterina’nın direktifleriyle çeşme bugünkü yerine konulunca, çeşmenin bu orijinalliği de ortadan kaybolmuştur. Çeşmenin üzerindeki şekillerin anlamları da çeşmenin yapılış hikâyesini destekler mahiyettedir. Mermerden yapılmış çiçek, gözyaşlarıyla dolu bir göz anlamına gelir. Gözyaşları kalp kurnasını (üstteki büyük kurna) kederle doldurur. Zaman bütün acıları hafifletir (çift küçük kurna), ama zihinde kalanlar tekrar acıyı hatırlatır (ortadaki büyük kurna) ve hayat böylece devam edip gider (zemindeki spiral). Yapılış hikâyesi ve tarihte bıraktığı izler, bu mütevazı selsebilin ziyaretçilerini derinden etkilemiş ve ününün dört bir yana yayılmasını sağlamıştır. Çeşme yapıldığı tarihten itibaren “Gözyaşı Çeşmesi” olarak anılmıştır. İşte o günden beri çeşmenin su haznesine konulan ve her gün tazelenen sarı ve kırmızı güller, birbirini seven bu iki insanı simgelemektedir. Ünlü Rus şair ve yazar Puşkin (1799-1837), 1822 yılında sürgünde iken gezdiği Hansarayı’ndan ve çeşmenin hikâyesinden çok etkilenmiş ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçisarayskiy Fontan) adlı eserini kaleme almıştır. Şiir, o dönemde Çarlık Rusya’sında ve Avrupa’da meşhur olmuştur. Gözyaşı Çeşmesi’nin yanı başında Puşkin’in de bir büstü yer almaktadır. Çeşme, daha sonraları Boris Asafyev’in aynı adlı bale eserine de ilham kaynağı olmuştur. Adına çeşmeler yapılan, şiirler yazılan Dilara Bikeç’in türbesi Bahçesaray’da Hansaray’ın duvarına bitişiktir. Bazı kaynaklarda Gözyaşı Çeşmesi’nin türbenin duvarına bitişik olarak yapıldığı da belirtilmektedir. http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 Erişim:12.07.2018) (
25
Doç. Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü