Grimm Masalları. Братья Гримм
gel!” diye bağırıp durarak havada uçmuşlar ama bir türlü birbirlerine yaklaşamamışlar.
Hâlâ, hiç kimse, hatta ben bile; onların gökyüzünde bugün de uçup uçmadığını bilmez. Genç deve gelince… O da demir sopasını alıp kendi yoluna devam etmiş.
Tatlı Lapa
Bir zamanlar annesiyle yaşamakta olan fakir ama iyi kalpli bir kız varmış. Artık yiyecek hiçbir şeyleri kalmadığından kız ormana, yiyecek bir şeyler aramaya gitmiş. Ormanda kızın derdinden haberdar olan yaşlı bir kadın; ona, “Pişir küçük tencere, pişir!” denildiği zaman tatlı lapa pişiren ve “Dur küçük tencere, dur!” denildiği zaman da pişirmeyi bırakan bir tencere vermiş.
Kız tencereyi alıp eve, annesine götürmüş. Artık fakirlikten ve açlıktan kurtulmuşlar, diledikleri zaman tatlı lapa yiyebiliyorlarmış.
Bir gün kız dışarıdayken annesi, tencereye: “Pişir küçük tencere, pişir!” demiş. Tencere, kadın doyasıya yiyinceye kadar pişirmiş. Sonra kadın tencereyi durdurmak istediğinde hangi sözü söylemesi gerektiğini hatırlayamamış. Tencere pişirdikçe pişirmiş, dolup taşmış ama hâlâ mutfak ve hatta ev lapayla dolup taşıncaya kadar pişirmeye devam etmiş. Derken yan ev ve sonra da bütün sokağa lapalar taşmış. Gerçekten bir afet gibi yayılıyormuş ancak kimse tencereyi nasıl durduracağını bilemiyormuş.
En sonunda geriye, lapaların ulaşmadığı tek bir ev kaldığında kız eve dönmüş ve: “Dur küçük tencere, dur!” demiş. Bununla birlikte tencere durmuş. Kasabaya geri dönmek isteyenlere gelince onlar da yollarını açmak için lapaları yiye yiye yürümek zorunda kalacaklarmış.
Cinler
I
Bir zamanlar fakir bir ayakkabıcı varmış. Adam öylesine fakir bir hâle gelmiş ki elinde bir çift ayakkabı yapabileceği az bir deriden başka hiçbir şeyi kalmamış. Geceden dikeceği ayakkabının kalıbını çıkartmış, derisini kesmiş ve sabah uyandığında ayakkabıyı tamamlamak üzere sakince yatağına girip kendisini Tanrı’ya emanet etmiş ve uykuya dalmış.
Sabah uyandığında duasını ettikten sonra tekrar işine koyulacakmış ki bir çift ayakkabıyı hazırlanmış ve bitirilmiş olarak tezgâhın üzerinde bulmuş. Çok şaşırmış ve ne düşüneceğini bilememiş. Ayakkabıları daha yakından incelemek için eline almış. Ayakkabılar öylesine ustaca yapılmış ki tıpkı usta bir ayakkabıcının elinden çıkmış gibi, bütün dikişleri yerli yerinde ve düzgünmüş.
Bir süre sonra içeri bir müşteri gelmiş. Ayakkabılar müşterinin ayağına tam oturmuş. Müşteri ayakkabılar için fazla para ödemiş ve böylece ayakkabıcının fazladan bir çift ayakkabı yapmak için deri alabilecek parası olmuş.
Yine akşamdan derileri kesip sabah dinlenmiş bir şekilde çalışarak ayakkabıları tamamlamayı planlıyormuş. Ancak o gün de sabah uyandığında ayakkabıları hazır hâlde bulmuş. Gelen müşteri yine ayakkabıları satın almak için fazla para vermiş. Böylece ayakkabıcının, dört yeni çift ayakkabı yapmak için deri alabilecek parası olmuş. Bu durum bu şekilde sürüp gitmiş. Ayakkabıcının akşamdan kestiği tüm deriler sabaha ayakkabı olarak tezgâhında duruyormuş. Ayakkabıcı böylece geçimini sağlamaya başlamış ve sonunda oldukça varlıklı bir adam hâline gelmiş.
Noel yaklaşırken bir gece ayakkabıcı deri kesmeyi bitirip de yatağa gitmeden önce karısına: “Bütün gece oturup da bize bu ayakkabıları kimin yaptığını görmeye ne dersin?” demiş.
Karısı onaylamış, bir mum yakmış ve ikisi birden duvarda asılı duran paltoların arkasına saklanarak neler olup bittiğini izlemeye koyulmuşlar. Gece yarısı olur olmaz iki düzgün görünüşlü, ufacık, yarı çıplak adam gelip ayakkabıcının tezgâhına oturmuş ve yarım kalan işi bitirmeye başlamışlar. O küçücük parmaklarıyla öyle hızlı bir şekilde derileri dikip, delip, çekiçliyorlarmış ki ayakkabıcı onları zar zor takip edebiliyormuş. Bütün ayakkabılar tamamlanıp da masanın üzerine konuncaya kadar da durmaksızın çalışmışlar, sonra da atlayıp kaçmışlar.
Ertesi sabah ayakkabıcını karısı, kocasına: “Bu küçük adamlar sayesinde zengin olduk. Biz de onlara teşekkür etmeliyiz. Bu kadar koşuşturup durmalarına rağmen üstlerinde giyecek hiçbir şeyleri yok, üşüyor olmalılar. Ben onlar için küçük bluzlar, ceketler, yelekler, pantolonlar dikeceğim; çoraplar öreceğim. Sen de onlara birer çift minik ayakkabı yap.” demiş.
Ayakkabıcı bu öneriyi seve seve kabul etmiş. Akşam işleri bittiğinde kesilmiş deri parçalarının yerine, hazırladıkları hediyeleri masaya dizmişler ve küçük adamların ne tepki vereceğini görmek için saklanmışlar. Gece yarısı olduğunda küçük adamlar işlerini yapmak için gelmişler ancak masada deri parçaları yerine kendileri için hazırlanmış giysiler bulmuşlar. Bir an şaşırsalar da sonradan çok sevinmişler. Ardından, vakit kaybetmeden bir yandan şarkı söyleyerek güzel giysilerini giymeye başlamışlar.
Ne kadar da şık ve bakımlıyız,
Artık ayakkabı yapmayacağız!
Sandalyelerin ve masaların üzerinde hoplaya zıplaya dans etmişler ve sonunda da yine dans ederek kapıdan çıkıp gitmişler.
O günden sonra onları bir daha hiç kimse görmemiş ama yaşadığı sürece ayakkabıcının işleri hep yolunda gitmiş ve neye elini atsa başarılı olmuş.
II
Bir zamanlar fakir ama tertipli ve çalışkan bir hizmetçi kız varmış. Her gün evi süpürür ve süpürdüklerini kapının önünde bir yığın yaparmış. Bir sabah temizliğe başlamadan önce yerde bir mektup bulmuş ancak okumayı bilmediğinden süpürgesini öylece köşeye bırakıp mektupta ne yazdığını öğrenmek için onu ev sahiplerine götürmüş.
Mektup, kıza cinlerden gelen bir davetiyeymiş. Hizmetçi kızın gelip cinlerin çocuklarından birine sütannelik yapmasını istiyorlarmış. Hizmetçi başta ne yapacağını bilememiş ama sonra cinlere kimsenin hiçbir konuda karşı gelmemesi gerektiğini öğrendiğinde gitmeye ikna olmuş.
Sonra üç küçük cin gelip hizmetçi kızı minik insanların yaşadığı yüksek bir dağın tepesine götürmüşler. Geldiği yerde her şey ufacık ama son derece şık ve kaliteliymiş.
Bebeğin annesi abanoz ağacından yapılmış, incilerle bezenmiş bir yatakta yatıyormuş. Yatak örtüsü bile altın işlemeliymiş. Bebeğin beşiği fil dişinden, küveti de altındanmış. Hizmetçi kız, sütanne olduktan sonra evine geri dönecekmiş ancak cinler ona üç güncük daha kendileriyle kalması için yalvarmışlar; o da razı olmuş ve kalan günlerini neşe, eğlence içinde geçirmiş. Cinler hizmetçi kıza çok düşkünmüş. En son gün gelip de hizmetçi kız gitmeye hazır olduğunda kızın ceplerini altınlarla doldurup onu evine geri götürmüşler.
Kız, eve geri döndüğünde tekrar temizlik yapmak için hâlâ gitmeden önce bıraktığı köşede durmakta olan süpürgesini eline almış ve yerleri süpürmeye başlamış. Sonra yabancı birileri gelip ona kim olduğunu ve orada ne aradığını sormuşlar. Meğer hizmetçi kız cinlerle üç gün yerine tam yedi yıl o dağda yaşamış ve bu süre içinde de ev sahipleri ölüp gitmişler.
III
Bir gün cinler bir çocuğu annesinden alıp onun yerine koca kafalı, bön bakışlı, yiyip içmekten başka bir şey yapmayan bir bebek koymuşlar. Anne, panikle komşularına gidip çare sormuş. Komşular da ona; bebeği mutfağa götürüp ocağın yanına koymasını, ateşi yakıp iki yumurta kabuğunun