60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный автор
M. (2003). Roman Sanatı, İstanbul: Ötüken.
İSA HÜSEYNOV (MUĞANNA)
İsa Hüseynov, 12 Haziran 1928’de Azerbaycan’ın Ağstafa (Gazah) bölgesinin Muğanlı Köyü’nde doğmuştur. İlk, orta ve lise öğrenimini köyünde tamamladıktan sonra 1945’te Bakü’ye gelir ve Neriman Nerimanov Tıp Enstitüsünde üniversite eğitimine başlar. Ancak dört ay sonra tıbba ilgisi olmadığını fark ederek köyüne döner. 1946’da Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesine kaydolur. Bakü Devlet Üniversitesinin dördüncü sınıfında Moskova’ya, Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsüne geçiş yapar. 1952-1954 yılları arasında Azerneşr’in edebiyat şubesinde redaktör olarak çalışmaya başlar. 1952’de Azerbaycan Yazarlar Birliği’ne üye seçilir. 1960-64 yılları arasında Azerbaycanlı yazarların Rusça eserlerini yayınlayan Literaturnıy Azerbaydjan dergisinde nesir bölümünün müdürü olur. Sadece edebiyat sahasında değil sinema sahasında da faaliyetler yürüten Hüseynov, Azerbaycan millî sinemasının gelişimine büyük katkılar sağlar. 1964-68 yılları arasında film stüdyosunda baş redaktör, 1968-74 yılları arasında Cafer Cabbarlı film stüdyosunda redaktör, 1979’dan sonra Azerbaycan Sinematografi İdaresinde baş redaktör olarak çalışır. Senaryosunu yazdığı 26 Bakı Komissarları, Ulduzlar Sönmür ve Nesimi adlı filmler Azerbaycan sinemasının klasikleri arasında yer alır. İsa Hüseynov, 1 Nisan 2014’te vefat eder. Hüseynov’un edebiyat ve sinema sahasında aldığı başlıca ödüller şunlardır: En İyi Tarihi Film (1968),Azerbaycan Emektar Güzel Sanat Hizmet Ödülü (1976), Kırgızistan Yazarlar Birliği Ödülü (1976), Halk Yazarı Fahri Unvanı (1988), Nesimi Ödülü (2012).
DERT
Sekiz yıldır Melek nine çok sevdiği bahçesine bile hasret kalmıştı. Sekiz yıldır ne güneşin doğuşunu ne de geceye kavuştuğunu görüyordu. Ciğerlerine mis gibi temiz havayı çekemiyor, sabahları yalın ayak çiyli çimenler üzerinde gezip dolaşamıyordu. Melek nine dört duvar arasında kalmış, yatağa mahkûm olmuştu. Ayakları tutmaz olmuş, adeta kurumuştu. Fakat onu endişelendiren kendi durumu değildi. O sekiz yıldır her gün iki üç kez iş arasında gelip kendisine bakan, sabah akşam hizmetinde duran torunu Meher’i düşünüyordu. Her gün torununa “Artık evlen!” diye ısrar ediyor; Meher ise hiçbir söz söylemeden gülümsüyor: “Bana varmak isteyen yok ki kimle evleneyim büyükanne?” diyerek onu geçiştiriyordu. Neden onunla evlenmek isteyen olmasın ki? Doğru, o okul bitirmemiş, diğer gençler gibi eğitim alamamıştı ama köyde onu herkes çalışkan, iyi biri olarak tanıyordu. Üstelik iki yıl önce manga başçısı7 olarak atanmıştı, işi gücü de vardı. Nineyi ziyarete gelen kızlar, gelinler, büyükler her zaman onu övüyor, çalışkan ve akıllı bir genç olduğunu söylüyorlardı. Meher yakışıklıydı da. Belki biraz esmerdi, ama olsun, bu kusur değildi ki. Köyün esmer gençleri evlenmiyorlar mıydı? Galiba mesele bunlarla ilgili değildi. Peki, neden o zaman? Melek nine bu konuda çok düşünüyor, fakat bir sonuca varamıyordu. Sabah akşam, çevresi kırışık ama hâlâ ışıklı gözlerini tavana diker; titrek ellerini Allah’a açarak “Evladıma bir yol aç, Rabbim!” diye dua eder fakat “Rabbi” hiçbir şey duymazdı. O, böyle dua ederken biraz da kendi durumunu düşünüyordu. Torununa yük olması, bunca zahmet vermesi onu çok üzüyordu. Yatağa düştüğü günden itibaren her defasında Me-her’in onu kucağına alarak yataktan indirmesine, ona her türlü hizmet etmesine dayanamıyor, içi sızlıyor, utanıyordu. Keşke tüm bunları bir kadın yapsaydı. Belki bu kadar sıkılmaz, utanmazdı. Neden kızların gözü kör olmuştu? Neden Meher gibi yumuşak, yakışıklı bir genci görmüyorlardı?
Bir sabah Meher işe gitmeden önce ninesinin yanı başındaki masaya onun için hazırladığı kahvaltıyı bıraktığında ihtiyar kadın dehşet içinde: “Yavrum, başını bana doğru eğer misin? Eğ, eğ, bir az daha eğ.” dedi.
Meher usulca kafasını ninesine doğru eğdi. Kadın “Ahh! Ah!” diyerek inlemeye başladı.
– Keşke gözlerim kör olsaydı da bu hâlini görmeseydim.
– Neyi görmeseydin, nineciğim? Ne oldu sana böyle?
– Saçların bembeyaz olmuş be yavrum.
Meher doğrularak tatlı tatlı gülümsemeye başladı.
– Benim saçlarım 5-6 yıldır beyaz, nineciğim. Sen daha yeni mi görüyorsun?
– Görmez olaydım, gözlerim kör olaydı.
– Nineciğim, bunu kendine dert etme. Dünya işte, birinin saçlarını beyazlatır, diğerininkini karartır. Geçenlerde bir şiir okudum. Dinle bak, şair ne diyor:
Ak gün sağ elini çekti başıma,
Ak saçlarım kararmaya başladı.
Fakat Melek nine şiiri dinleyecek ve anlayacak durumda değildi. Meher, pek bir şey anlatmasa da o her şeyi anlamıştı.
Ne Meher’in dedesinin ne de babasının saçları 40-45 yaşına kadar beyazlamıştı. Bu soydan olan erkekler genelde çok geç yaşlanıyorlardı. Ya Meher? Ona ne olmuştu? Melek ninenin zamansız kaybettiği oğlunun yadigârı hangi derde düşmüştü?
“Evet, onu bu hâle ben getirdim. Onun saçlarının bembeyaz olmasının tek nedeni benim.” diyerek torunu gittikten sonra gün boyu bu düşünceyle kendini yiyip bitirdi. Sekiz yıl bir yatalağa bakmanın ne demek olduğunu Melek nine o an derk etti sanki. “Bu yaşadığım nedir böyle, neden hiç ölmek bilmiyorum ben, Allah’ım, neden canım bu kadar yıpranmışken kalbim yeni doğmuş birinin kalbi gibi?”
Melek nine o günden sonra birkaç gün sabah akşam ellerini göğe açarak kendine ölüm diledi. Hatta bir gün torununun sabahtan bıraktığı yemeğe elini bile sürmedi. Belki açlıktan ölür, böylece torunumu kurtarmış olurum diye. Fakat akşam durumu kötüleşince paniğe kapıldı, hatta aç kaldığı saatlerin yerine torunundan ona kuymak8 yapmasını bile istedi. “Allah’ın kaderinden kaçmak olmaz. Herkesin öleceği gün belli…” diyerek kendini haklı çıkardı.
Fakat onun anlamadığı daha çok şeyler varmış meğer.
Yağmurlu bir sonbahar günüydü. Meher eve daha erken dönmüştü. Melek ninenin gözleri iyi göremese de oturup kalkmasından torunun kendinde olmadığını anlamıştı.
– Kurban olayım, neyin var?
Meher irkildi. Kafasını usulca kaldırıp ninesinin kırışmış solgun yüzüne baktı.
– Bir şey yok, ne olacak?
– Ama iyi görünmüyorsun.
– “Görmüyor musun, yağmur yağıyor. Pamukları devşiremiyoruz.” diyerek hiç yapmadığı şekilde sert yanıt verdi.
Akşama doğru yağmur dindi, güneş çıktı, fakat Meher’in yüzü yine gülmedi.
Bahçeden bir ses geldi. Meher yine irkildi. Melek nine, torununun bu defa ona telaşla baktığını bile düşündü. Bahçeden yine ses geldi. Meher kalkıp kapıya çıktığında nine bir zamanlar onlara gidip gelen, köyde “Deleme Güllü” ismiyle anılan, kilolu, kibirli kadının sesini tanıdı.
– Bana bak, yeter artık saman altından su yürüttüğün! De bakayım bizim kızı niçin kendi mangana yazdırdın?
– “Güleser iyi çalışıyor, Güllü teyze. Yoksa niçin yazdırayım?” diyerek Meher sakin sakin cevapladı.
– Hayır. İyi çalıştığı için yazdırmamışsın. Hemen git birgadirin9 yanına ve sildir kızımın ismini.
– Güleser’in
7
SSCB ülkelerinde tarım işleri ile ilgili tesis birliği olan kolhozlarda yaklaşık 10 işçiden sorumlu kişi. [ÇN]
8
Helva çeşidi. [ÇN]
9
SSCB ülkelerinde tarım işleri ile ilgili tesis birliği olan kolhozda yönetici. [ÇN]