60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный автор
sanki sel akıyordu şimdi. Camdan yansıyan güneş ışıkları, Meher’in şakaklarındaki beyaz tüyleri daha da parlatıyordu. Şimdi nine daha iyi görebiliyordu onları.
Hayır, artık ölümden korkmamalıydı.
“Yaklaş bana, dinim imanım!” diye titrek sesiyle torununa seslendi. Meher yaklaşıp yatağın kenarına oturdu. Fakat Melek nine kalbinden geçenleri torununa söyleyip onu daha da kederlendirmek istemedi. Meher de hiçbir şey söylemedi.
İlk kez bir şeyler konuşmadan uyudular. O günden itibaren Meher eve her gelişinde ilginç bir tabloyla karşılaşıyordu. Evlerindeki sarı kedinin dışında karyolanın yanı başında dört beş kedi dolanıyordu. Kediler gün geçtikçe tombullaşıyor, Melek nine ise her gün daha da zayıflıyor hâlsizleşiyordu.
Bir gün işlerini yarım bırakıp eve dönen Meher kedileri balkonda güneşlenirken buldu. Sarı kedi kapının eşiğinde ağzını burnunu yalıyordu.
Meher irkildi. Hemen heyecanla eve koştu.
Melek nine her zamanki gibi hareketsiz şekilde yatıyordu. Gözleri de her zamanki gibi yarı açık şekilde torununa bakıyordu. Fakat bu bakışlarda her zamanki sevgi, şefkat, nevaziş yoktu.
Meher yatağın ayakucunda donakalmıştı. Sanki hiçbir şey anlamıyor, gördüklerine inanmak istemiyordu.
Aniden dudakları titremeye başlayan Meher kendini ninesinin üzerine atıp ona sarıldı, yüzünü buz kesmiş yüzüne dokundurarak ağlamaya başladı.
– Nine… nine..! Neden, neden kendini kurban ettin? Sen daha yaşayacaktın.
Dışarda Meher’in haykırışını dinleyen Deleme Güllü gülümseyerek: “Şükür, bitti. Çok şükür!” diyordu.
Azerbaycan Hikâyeciliğinin Öncü İsimlerinden İsa Hüseynov’un“Dert” İsimli Hikâyesi Üzerine Bir Değerlendirme
İsmail Alper KUMSAR
Sözlü olarak Türklerin tarih sahnesine çıktığı döneme, yazılı olarak ise XIII. yüzyıla kadar uzanan (Akpınar, 2012, ss. 501-502) Azerbaycan edebiyatı; Nesimi, Kadı Burhaneddin, Nizami, Hakani, Fuzuli, Hüseyinzade Ali Bey, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Resulzade gibi büyük edipler yetiştirmiştir. Böylesine köklü bir geleneğin takipçisi olan İsa Hüseynov’un edebî faaliyetleri, 1949-2014 yılları arasına -ilk eserini yayımlamasından ölümüne kadarki dönem- denk düşer. Bu anlamda Hüseynov, eserlerinin büyük çoğunluğunu Sovyet döneminde vermiştir. Başlangıçta sanat alanında tek bir görüş dayatmayan Sovyet sistemi, özelikle Stalin döneminde baskıcı / tekelci bir sanat anlayışına evirilmiştir (Moran, 2002, s. 52-53). 1930’lu yıllarda ortaya konan edebî anlayışa göre Sovyet edebiyatçısı tarafsız kalamamalı, yeniden yapılanmaya katkıda bulunmak için partili olmalı, bu anlamda ideolojik birtakım sorumluluklar yüklenmelidir (Uygur, 2005, s. 25). “Basit sloganlar” ve “tek yanlı bir ideolojik görüş” çerçevesinde gelişen bu edebî anlayış, işi millî edebiyat ve dilin inkârına kadar götürür. Komünist Partisi, sanatçılara “sosyalist varlığını dolgun ve çok yönlü bir şekilde aksettiren, emekçilere sosyalizm kuruculuğu işine sadakat ruhu aşılayan, derin mazmunlu mükemmel bir şekle sahip eserler yaratma”sını tavsiye eder (Akpınar, 2012, s. 75).
Hüseynov’un ilk eseri olan “Anadil Öten Yerde” (1949) isimli hikâyesi böyle bir zihniyetin hâkim olduğu yıllarda Azerbaycan dergisinde yayımlanır. Mehdi Hüseyin, bu hikâye için kendisine “Babanı yazmışsın” eleştirisini yöneltince Hüseynov şu cevabı verir: “Çünkü babamı iyi tanıyorum.” Bu cevap, “gerçek hayatın ve yakından tanıdığı insanların izlerini” daima eserlerinde görebildiğimiz Hüseynov’un edebî anlayışının bir özeti mahiyetindedir (Acar, 2019, s. 21).“Bizim Gızlar” (1953) ve “Dan Ulduzu” (1955) gibi uzun hikâyelerinin kahramanları da onun köylüleri ve yakından tanıdığı kolhozcu akranlarıdır. Hüseynov, bu hikâyelerde dönemin genel havasına uygun biçimde üretimden ve ülkenin ihyası meselesinden söz eder. Ancak bahsi geçen eserler her ne kadar kolhoz yaşamını ve oradaki işçilerin emek yarışını ele alsa da lirizme meyli ve samimi üslubuyla diğerlerinden ayrılır. Bu iki niteliğin esası, Hüseynov’un insana, onun fikir ve iç dünyasına karşı hassas davranmasıdır. İnsan psikolojine yöneliş o dönem için nadir görülen bir durumdur (Yaliyeva, 2013, ss. 176-177).
Hüseynov, 1956’da Yanar Ürek romanını, 1958’de “Telegram” uzun hikâyesini, 1959’da ise Doğma ve Yad Adamlar romanının birinci kısımını yazar. Yanar Ürek ve Doğma ve Yad Adamlar’da kahramanlarını çok yönlü olarak tasvir etmesi, kolhoz hayatıyla ilgili olumlu hiçbir şey anlatmaması, özetle sosyalizm realizminin kalıpları dışına çıkması sebebiyle Sovyet Yazarlar Birliği’nin bütün parti toplantılarında eleştirilir (Şahmursoy, 2018, ss. 56-57). Hüseynov, tüm eleştirilere rağmen bu tavrını “Tütek Sesi” ve “Saz” isimli uzun hikâyelerinde de devam ettirir. Sosyalizm realizminin kalıpları dışına çıkan Hüseynov, kahramanlık hikâyeleri üreten, çocuklarının ölümüne üzülmek yerine şehit oldu diye sevinen yapay anne babalar tasvir eden çağdaşı yazarların aksine cephe gerisindeki acıklı hikâyeleri, kendi köyündeki insanların savaştan dolayı yaşadıkları zorlukları ve ağır şartlar altında verilen hayatta kalma mücadelesini anlatır (Yaliyeva, 2013, s. 183). Kahramanlarını kendi tabii şartları içinde çarpıtmadan değerlendiren Hüseynov, bu yönüyle “köylü ahlakının, toprakla bağlı manevi değerlerin ifadecisidir.” Bu anlamda o, Azerbaycan edebiyatının 50-70 yıllarında köy nesrinin asıl temsilcilerinden bir olarak anılabilir (Yaliyeva, 2013, s. 186).
Hüseynov, “1960 Nesri-Yeni Nesir” olarak adlandırılan edebî anlayış içinde değerlendirilir. Bu neslin özelliklerini ve Azerbaycan kültür hayatındaki etkilerini şu sözlerle özetlemek mümkündür:
“1960 Nesli Azerbaycan’da sadece büyük bir edebi akımın yazarları ve sosyalizm realizmi metodunun katı kurallarını yıkan kişiler olarak değerlendirilmezler, onlar aynı zamanda 1990’lı yıllarda başlayan bağımsızlık hareketinin de öncüleri olarak kabul edilirler. Eserleriyle çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan bu yazarlar, okuyucularında millî ve manevi duyguların kuvvetlenmesine yardım etmişler, vatan sevgisi, inanç ve yaşamın değeri gibi konularla da özgürlük anlayışının mimarları olmuşlardır” (Adıgüzel, 2007, s 26).
Buraya kadar sözünü ettiğimiz dönem, Hüseynov’un edebî hayatının birinci aşamasını teşkil eder. 1950-1975 yıllarını kapsayan bu dönemde Hüseynov, Sovyet sosyalizminin belirlediği sınırları kırarak şematik ve basmakalıp eserler üretmekten kurtulur. Bu özelliği nedeniyle de sert eleştirilere maruz kalır. Hüseynov’un bu dönemdeki eserlerinin karakteristik özelliği, kahramanlarının psikolojik derinliklerini yoklayan realist nitelikli metinler olmaları ayrıca köy yaşamı ve köylü ahlakını öne çıkarmalarıdır. 1975’ten ölümüne kadarki dönem, Hüseynov’un edebî hayatındaki ikinci aşamadır. Mehşer adlı tarihi-felsefi romanın yayımlanmasıyla başlayan bu dönemde yazarımız artık Hüseynov soyadını değil Muğanna soyadını kullanmaktadır. Hatıralarında bahsi geçen dönüşümü şu sözlerle itiraf eder: “Açıkça söylüyorum. “Mehşer” romanından sonra yeni bir yazar doğdu. Bu yazar eserlerinde tamamen kadimlerden başlayarak halkın muayyen şuur, tefekkür aşamalarını tasvir etmeli idi” (Muğanna, 2013, s. 97). Hüseynov’un ikinci dönem eserlerinin genel özelliği, kendisinin de ifade ettiği gibi kadim dönemlerden başlayarak halkın şuur ve tefekkür aşamalarını