Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор
türkülerimizden başka
KIRIM’DA YAŞANANLAR ÜZERİNE 11
Karadeniz’i Azak Denizi’nden ayıran ve 26.945 km2’lik bir yüz ölçümüne sahip olan tarihî Kırım yarımadası, doğal güzellikleri, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları yanında coğrafi konumu itibarıyla da tarihin her döneminde ilgi merkezi hâline gelmiş; farklı milletler ve devletler tarafından ele geçirilmeye çalışılmıştır.
Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan Türklerin tarihi, yarımadanın bilinen ve yazılı kaynaklara yansıyan tarihiyle neredeyse özdeştir. Milattan önce Kimmer, İskit, Sarmat, Hun, Kuman – Kıpçak vd. Türk boylarının sürekli akınlarına ve çekişmelerine sahne olan Kırım’ın (özellikle MS IV. yüzyıldan itibaren) Türk boylarının kaynaştığı bir coğrafya hâline geldiği dikkati çeker. Tarihte daha ziyade Kıpçak boyundan Türklerin hâkim olduğu ve yönettiği Kırım, Moğol İmparatorluğu, Altınordu Devleti, Kırım Hanlığı ve Osmanlı Devleti zamanlarında büyük ilgi ve cazibe merkezi hâline gelir.
Kırım’a hâkim olmanın bir anlamda Karadeniz’e ve Boğazlar’a da hâkim olma anlamına geleceğinin bilincinde olan her devlet / her millet, Kırım’ı ele geçirmek veya Kırım’ı elinde tutabilmek için olağanüstü çaba göstermiştir. Kırım, anılan özellikleri yüzünden büyük devletlerin (başta Rusya, İngiltere, Almanya olmak üzere) hedefi hâline gelmiştir. Uzun süre Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında kalan ve Osmanlı Devleti’nin elinde bulundurduğu topraklar içerisinde ayrı bir yere ve öneme (imtiyaza) sahip olan Kırım, Osmanlı Devleti’nin zayıflaması, Ruslarla yapılan savaşların kaybedilmesi ve 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile birlikte Rusların kontrolü altına girer (Valehoğlu, 2008; Şirokorad, 2009: Fisher, 2009). 1774 yılından itibaren sürekli Rus baskısı ve zulmüyle baş başa kalan Kırım Türkleri yerlerini yurtlarını terk etmek, göç etmek zorunda kalırlar. Göçlerin en büyüğü 1792, 1860-63, 1874-75, 1891-1902 yıllarında gerçekleşir. Kırım’da yaşayan Türk aydınları (başta Gaspıralı İsmail Bey olmak üzere) 1900’lü yılların başından itibaren bağımsızlık ve özgürlük için olağanüstü mücadele verirler. Rusya’da 1917’de yapılan Bolşevik Devrimi, Rus Çarlık rejiminin yıkılması, Kırım Türklerinin 26 Aralık 1917 tarihinde bağımsızlıklarını ilan etmeleri için de vesile olur. Ancak ne yazık ki, bağımsızlık yılları uzun sürmez; Kırım 20 Ekim 1920’de Ruslar tarafından bir kez daha işgal edilir. İşgal altındaki Kırım’da Rusların kontrolünde ve güdümünde 18 Ekim 1921 tarihinde “Kırım-Tatar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” adıyla bir cumhuriyet kurulur. Bu tarihten sonra pek çok aydın aileleriyle birlikte ya öldürülür ya da sürgüne gönderilir. II. Dünya Savaşı sonrasında ise (savaşın en büyük mağdurlarından olmalarına rağmen) Almanlara yardım ve casusluk ettikleri bahanesiyle Kırım Türklerinin ileri gelenleri öldürülür; geri kalanları ise topyekûn 18 Mayıs 1944 tarihinde yerlerinden yurtlarından sürgün edilir. (Oysa Almanlar, II. Dünya Savaşı sırasında Kırım’ı işgal ettiklerinde 168 Türk köyünü yakıp yıkar; kendilerine karşı koyan herkesi öldürürler. Esir edip “Şark İşçisi” adını verdikleri Türk gençlerini de köle olarak Almanya’ya götürürler).
Rusların Kırım Türklerini binlerce yıllık topraklarından sürgünü sırasında yüz binlerce insan ölür. “Kırım-Tatar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” de 1945 yılında lağvedilerek Kırım, Ukrayna’ya bağlanır. 1967 yılında çıkarılan bir kanunla Kırım Türklerinin ana yurtlarına / topraklarına dönmelerine izin verilir. Ancak alınan karar yönetimin ve ideolojinin insaf ve inisiyatifine bağlı olduğundan “ana vatana dönüş” hiçbir şekilde arzu edilen şekilde gerçekleş(e)mez. Bunda Kırım Türklerinin farklı coğrafyalara sürgün edilişlerinin, aydın ve lider kadronun yok edilişinin, yaşanan acıların doğurduğu korku, panik ve tedirginliğin, ekonomik sıkıntıların rolü de büyüktür.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türk Cumhuriyetlerinin 1991 yılından itibaren bağımsızlıklarını ilan etmesiyle birlikte Kırım’da yaşayan Türkler de 04 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlıklarını ilan ederler. Ancak bu karar bağlı bulundukları Ukrayna tarafından kabul edilmez. Yaklaşık 3 milyon nüfusa sahip olan ve nüfusunun büyük bölümü Ruslardan oluşan Kırım’ın bağımsızlık girişimi Kırım’ı tekrar kendi toprakları içinde görmeyi amaçlayan Rusya tarafından gizli destek bulur. Rusya’nın emellerinin farkında olan Ukrayna yönetimi, Kırım Türklerinin özerkliğine saygı gösterip kendi parlamentoslarını oluşturmalarına ve ülke parlamentosunda da (sınırlı sayıda da olsa) temsil edilmelerine izin verir (Kırımlı, 1996; Saydam, 1997; Özcan, 2005; Fisher, 2009; Devlet, 201: 17-32).
Ancak Rusya tarihin her döneminde olduğu gibi son dönemlerde de Kırım’dan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğini gösterir ve iç karışıklıklar çıkarır. Ukrayna ile Karadeniz’de yaşanan egemenlik krizini, askerî ve ticari sorunları tırmandıran Rusya, Kırım Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu’nun 06 Mart 2014 tarihinde “Rusya’ya katılma kararı” almasını sağlar; alınan karar 16 Mart 2014 tarihinde yapılan referandumda da kabul edilir. Uluslararası hukuka ve sözleşmelere aykırı bu karar Rusya yönetimi tarafından da vakit geçirilmeden 21 Mart 2014 tarihinde onaylanır ve Kırım Özerk Cumhuriyeti federatif bir yapı olarak resmen Rusya’ya bağlanır.
Türk yurtlarının işgaline kayıtsız kalanlar, Ruslarla gizli anlaşmalar içinde olanlar… tarihin her döneminde olduğu gibi yine aynı tavrı gösterip sessiz kalmayı tercih ederler. “Sözde” var olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı vb. kuruluşlar da mevcut durumu kınamakla yetinirler. Geçmişte olduğu gibi son dönemlerde yaşanan olaylar da hiç kuşkusuz ki en fazla Kırım’ın gerçek sahipleri olan ve sayıları ne yazık ki yalnızca 300.000’i bulan Türkleri (Kırım Tatarları’nı, Kırımçaklar’ı, Karaylar’ı…) etkiler.
YURDUNU KAYBEDENLERİN ORTAK SESİ: CENGİZ DAĞCI
Kırım Türkü Cengiz Dağcı’nın, ailesinin ve onun gibi yüzbinlerce Kırım Tatarının / Kırım Türkünün hayatını alt üst eden olayların temelinde son derece stratejik öneme sahip Kırım Yarımadası’nın Ruslar ve farklı milletler tarafından ele geçirilmesi düşüncesi ve politikaları yatmaktadır.
Edebî eserleri vücuda getirenler, zaman zaman eserlerinin ana kahramanları veya yardımcı kahramanları arasında yer alırlar. Böyle durumlarda yazarın kendi hayatında veya yakın çevresinde gerçekleşen hadiseleri edebî eserin imkânları dâhilinde hedef kitleye ulaştırma gayreti içinde olduğu görülür. Yazarın yazdıklarının toplumda kabul görmesinde, hedef kitle tarafından sevilip benimsenmesinde hiç kuşkusuz ki bu tarzın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Yazarlar çoğu kez böyle bir yönteme başvurmuş olsalar da eserlerindeki kahramanlarla kendi aralarındaki bu bağın, açık açık ifade edilmesinden pek de hoşnut olmamışlardır. Bu durum elbette yazarın kendini veya yaşadıklarını inkâr etme düşüncesinden kaynaklanmaz. Yazar bu yola bazen eserin gerçek hayatta var olan kahramanlarını korumak için bazen de yazdıklarının edebî değerini korumak için (yani yazdıklarının sanatsal açıdan hafife alınmasını istemediği için) başvurur. Her iki durumda da yazarın haklı olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim tarihî bir gerçeği sanat ve edebiyat ortamına çekip onu eserlerine konu edenler bir yandan içinde yaşadıkları toplumlarda farkındalık oluştururlarken diğer yandan birilerinin hedefi hâline gelirler. Yani onların sevenleri ve beğenenleri kadar sevmeyenleri ve beğenmeyenleri de çok olur. Bu yüzden de konusunu ve kurgusunu tarihî gerçeklerin oluşturduğu türlerde eser veren yazarlar ve sanatçılar zaman zaman hem kendilerini ve yakın
11
Kırım’da yaşananların dünü ve bugünü hakkında genel bilgileri içeren bu bölüm hazırlanırken metin içinde gösterilen konuyla ilgili kaynakların yanında esas itibarıyla bu satırların yazarının