Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор
dikkat çekmek istemiştir.
Kavram işaretleri (sözcükler ve sözcük grupları) ile kalıplaşmış dil ögeleri (deyimler, vecizeler, atasözleri) ifade ettikleri basit / ilk anlamlarının yanında ait oldukları dillerin sahiplerinin yaşayışlarına, inanışlarına, davranışlarına, geleneklerine, göreneklerine, tarihlerine ve kültürlerine ait birçok değeri de bünyelerinde barındırırlar. Bir dilin “temel yapı taşları” olarak nitelendirilen söz varlığı da aslında o dili konuşanların tarihlerinin ve kültürlerinin bir anlamda kristalize olmuş şekilleridirler.
Edebî bir eserde eğer anlatılanlar edebî sanatlara en az yer verilerek anlatılıyor ve üstelik biyografik ve tarihî malzeme içeriyorsa tarihî kıymeti haiz demektir. Bir başka deyişle anlatıların vesika değeri vardır: Vesika yani delil! Dağcı’nın romanlarındaki kahraman anlatıcıların veya sadece anlatıcının olaylarla arasındaki dilsel mesafe, malzemeyi yapılan haksızlıkların delili kılar (Şahin, 2011: 142).
Dağcı, eserlerinde olaylar aracılığıyla ifşa edileni yine yalın bir çağrışım alanıyla açıklar. Bir diğer deyişle yalın anlatımın gerisinde insanı, insan yapan değerleri onların acı tecrübeleriyle yoğurarak içte, iç dünyada bir yurt oluşturmak ister. Ancak dil onun eserlerinde ne yapıbozuma uğramış ne de sembolikleşmiştir. Bunu sağlayan ise tuttuğu orta yoldur. Bu anlatılanların konusuna da sirayet eder. Dıştaki katı, dehşet dolu dünya içte, derinde daha dingin ve neredeyse bütün insanlığı kurtaracak bir olguyla açıklanır. Dolayısıyla onun kahramanlarının yaşadıkları yalnızca bir millete yahut bir ırka, kültüre yahut dine mensubiyet olmaktan çıkarak evrensel bir karaktere bürünür (Orhanoğlu, 2017: 46).
Dağcı, Kırım Tatarlarının ve Türkistan Türklerinin olduğu kadar bir anlamda bütün “Yurdunu Kaybeden Adam”ların ortak sesi olur.
Foto 1: Cengiz DAĞCI ile ilgili bir tasarım (Tasarım: Levent ALYAP)
Unutuşa karşı savaşan, tanık olduğu olayları belleğinde depolayan, onları hatırlayarak sürekli canlı tutan ve direnen Dağcı, eserlerinde Kırım Türkleri kadar insanlık tarihi için de önemli olan zaman dilimlerini ölümsüzleştirir. Belleğinde yer alan Kırım tarihinin ve millî mücadelesinin iç acıtıcı kareleri onun sanatını besleyen kaynaklardır. Bu kareleri ustaca kaleminde ölümsüzleştiren yazar okurunu da şahsi belleği üzerinden kolektif belleğe yönlendirir ve tarih merkezli bir okuma serüvenine hazırlar (Kefeli, 2017: 225-226).
Cengiz Dağcı, roman, hikâye ve anı türünün çok iyi bir yazarıdır. Üstelik o, (yalın bir dil kullanmış olsa da) aynı zamanda çok iyi bir söz ustasıdır. Nitekim o, özenle seçtiği eserlerinin adlarıyla bile okuyucularına mesajını açık seçik bir şekilde iletmeyi başarır. Onlar da İnsandı, Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Ölüm ve Korku Günleri, O Topraklar Bizimdi, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, İhtiyar Savaşçı, Benim Gibi Biri, Üşüyen Sokak, Dönüş, Yoldaşlar, Badem Dalına Asılı Bebekler, Anneme Mektuplar…
Foto 2: Cengiz DAĞCI’nın eserleriyle ilgili bir tasarım (Tasarım: Levent ALYAP)
Cengiz Dağcı’nın eserlerinin temelinde (“ben” dediğinde bile) aslında hep “biz” vardır. Yani o özelde kendisinin, (kendisiyle aynı kaderi paylaşan) arkadaşlarının ve Kırım Tatarlarının; genelde ise, Türkistan Türklerinin tercümanı olmuştur.
Cengiz Dağcı’nın da içinde yer aldığı Kırım Tatarları, Türklerin Kıpçak grubu içinde yer almaktadırlar.
Türk boy ve topluluklarının en eski ve en köklü temel kollarından birini oluşturan; tarihte akıncı ve savaşçı kimlikleriyle hep öne çıkan Kıpçaklar, ne yazık ki kabul ettikleri farklı dinler ve içine girdikleri farklı etnik ve sosyokültürel çevreler yüzünden birçok yerde (coğrafyada / ülkede) kimliklerini koruyamamış; asimile olmuşlardır.
Kıpçakların etnik ve kültürel kimliklerini kaybetmelerinde kabul ettikleri dinlerin ve tesirinde kaldıkları sosyokültürel faktörlerin ektisi olduğu kadar “Türk” üst kimliğinin bilincinde olmamalarının ve en azından “Kıpçak” kimliği etrafında bile bir araya gelememelerinin ve dillerini unutmalarının rolü büyüktür. Kendisi de bir Kıpçak Türkü olan seçkin ve saygın bilim adamı, yazar, şair merhum Ord. Prof. Dr. Valeh Hacılar, Kıpçaklarla ilgili bu acı gerçeği “Kıpçak Çölü” adlı şiirinde şöyle ifade etmektedir:
(Gıpçaglar Azov – Hezer, Dunay – Volga arası “Deşti-Gıpçag” [“Gıpçag Çölü”] adlanan géniş bir coğrafi eraziye sahib idiler…)
Enginliyi yarıb géden Gıpçag çölü,
Göz tutdugca varıb géden Gıpçag çölü,
Od nefesli bedöylerin gözden itdi,
Dağdan ağır igidlerin hara gétdi?
Doğmaların hesretinden saralsan da,
İntizardan garsısan da, garalsan da,
Demir donlu igidlerin gayıtmadı,
Gerineler hesretini soyutmadı.
Demir donlu igidlerin her döyüşü,
Al ganadlı bedöylerin her yérişi
Silinmeyen, pozulmayan tarih oldu,
Salnameler Gıpçag déye doldu, doldu,
Türk atları çöllerine sığışmadı,
Er igidler éllerine sığışmadı,
Gılınc gında durmaz, – déye er atlandı,
Gıpçag atı sağa-sola ganadlandı…
Düşmenlerin boyun eydi sertliyine,
Néçeleri ortag oldu merdliyine.
Élsizleri élli étdin, élin yoh mu?
Dilsizleri dilli étdin, dilin yoh mu?
Tarihleri dillendiren kiriyer mi?
Düşmen bağrı eridenler eriyer mi?
Her bir damlan hara düşdü ümman oldu,
Gıp çagsoylu törelerle dünya doldu;
Gıpçag élli alp erenler bedöy atlı,
Gıpçag çöllü bedöy atlar yél ganadlı…
Bir çölüm var – gucağında yadlar gezir,
Bir çölüm var – hesret onu yaman üzür,
Bir çölüm var – kişnertiler gulağında,
Bir çölüm var Gıpçaglar ın sorağında
Merhum Valeh Hacılar, akademisyen bir şairdir. Onun yazdığı bilimsel içerikli eserleri gibi şiirlerinin büyük bölümü de Türk yaşayış ve inanışı, Türk tarihi ile ilgilidir (Alyılmaz, 2003).
Valeh Hacılar’ın şiirinde Kıpçakları konu etmesi ve şiirine başlık olarak da ‘Kıpçak Çölü’ adını koyması tesadüfi değildir. Nitekim o, şiirine ‘Kıpçak Çölü’ adını koyarak daha ilk andan itibaren âdeta okuyucuyu geçmişe dönmeye ve Kıpçak coğrafyasını ve orada yaşananları hatırlamaya / öğrenmeye davet etmiştir.